5 Ocak 2020 Pazar

Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi ( Portrait of a Lady on Fire) / 2019



“Homeros’un ilham perisi Calliope’nin oğlu Orpheus o kadar yetenekliymiş ki, lirini çaldığında müziğinin büyüsüne kapılmayan hiçbir canlı bulunmazmış.
Orpheus, güzeller güzeli orman perisi Euridice’ye aşık olmuş. Ama,düğünlerinde bir yılanın sokması ile Euridice ölmüş. Çok sevdiği karısının ölümü ile acılar içinde kıvranan Orpheus yerin altındaki ölüler diyarına gitmeye ve eşini geri getirmeye karar vermiş.. Gitmiş de...Ölüler diyarının kralı ile bir antlaşma yapmış karısını dünyaya geri götürmek için. Kural şuymuş.. Orpheus yeryüzüne ulaşana kadar arkasına, Euridice’ye bakmayacakmış. Ancak Orpheus merakını yenememiş, dönüp arkasına bakmış ve karısının ebediyen ölüler diyarına gitmesine neden olmuş.
Orpheus artık iflah etmemiş, divane dolaşarak lirini çalar durmuş. Bir daha kimseye aşık olmamış. Ve bir gün aşklarına karşılık vermediği kadınlar tarafından öldürülmüş. Çok sevdiği eşine kavuşmuş artık.”
Bu Yunan mitini hiç duymamıştım. Ta ki bu filmi seyredene kadar.
Ama filmi seyretmeden önce de biliyordum bazen aşkın vazgeçmek olduğunu. Bazen karşımızdakinin mutluluğu için, huzuru için giderken arkamıza bakmamız ve böylece onu sonsuza kadar anılar diyarına göndermemiz gerektiğini. Çünkü Heloise’nin dediği gibi belki de aşık olduğumuz demiştir “ bana bak” diye..
Film 4 kadının öyküsü. Marianne, Heloise, anne ve hizmetçileri Sophie..
Film ilerledikçe annenin devreden çıkarak üç kadının dayanışmasını izliyoruz, aşk ile birlikte.
Film 18. yüzyılda geçse de bu öykü her devrin öyküsü. Erkek egemen dünyasının kurallarına baş eğen, eğmiş gibi gözüken ve karşı çıkanların öyküsü.
Ve hep bedel ödemek, vazgeçmek ve acı çekmek zorunda kalan kadınların öyküsü.
Bu öyküyü öyle şiirsel sunmuş ki yönetmen Celine Sciamma bize..
Muazzam görüntü ve çekimlerle birlikte, yapay bir ışıklandırma kullanmadan, şöminenin aydınlığı, mumların alevi ile büyülü bir atmosfer oluşturmuş görüntü yönetmeni de..
Oyuncuların özellikle Adale Haenel ve Noemie Merlant’ın oyuncuğu ise muhteşem. Çok konuşulmayan ama bakışların ve beden dilinin ön planda olduğu sahneler olağanüstü..
İki sahne benim için unutulmaz.. Biri kürtaj sahnesi ki yaşam, ölüm, pişmanlık duygularını bu kadar iyi veren bir kürtaj sahnesi izlemedim desem yeri var.
Ve yine filmin sonunda, duyguların boşalımının( katarsis) bu kadar etkileyici olduğu bir sahne az bulunur..
“ Ah mine’l aşk
   Kalbe düşmüş üç harfli bir imza
   Bu nasıl bir ah ki; asırlar geçse de 
   dinmeyen sonsuz bir sevda, koca bir 
   muamma
   Ah mine’l aşk” İskender Pala