27 Kasım 2020 Cuma

Denize Açılan Pencere (Window to the Sea) 2019



"Kuş ölür, sen uçuşu hatırla"  Füruğ Ferruhzad

Eğer, çok az bir ömrünüz kaldığı söylenseydi size, bu kısacık zamanınızı nasıl geçirmek isterdiniz sorusu belki çoğumuzun aklına defa defa gelmiştir. Sanıyorum cevaplar da çoğunlukla, içimizde ukde kalan şeylerdir. Ya cesaret edip yapamadığımızdan, ya zaman bulamayıp ertelediğimizden, ya da bizi mıhlayan görünmez bağlarımızı koparamadığımızdan. Belki de aslında hep yaşamımızı sonsuzmuş gibi algılayıp, öyle olmadığı ile yüzleştiğimiz o an, tüm yapamadığımız şeylerin aklımıza gelmesinden.
Maria, İspanya Bilbao'da yaşayan, orta yaşlarını geçmiş bir kadın. Evli bir oğlu ve iki torunu var. Yaşamı hakkında pek bir şey bilmesek de, orkestrada çaldığını tahmin edebiliyoruz küçüçük bir pencere arkasından gördüklerimize dayanarak. Yalnız yaşıyor ve  samimi iki kız arkadaşı var. Bir gün Maria hastalanıyor ve doktorundan kanser olduğunu ve çok az bir ömrü kaldığını öğreniyor. Bundan sonrası belki kimimizin hayatında ve çokca da filmlerde gördüğümüz süreç. Ama Maria bu süreci daha başında kırıyor ve iki kız arkadaşı ile Yunanistan'a tatile gidiyor. Sadece iki kemoterapi arasında kendine verdiği bu kısacık tatil, kimseye kulak asmadan, kendi yolundan gittiği hayatının seçimine dönüşüyor.
Belki de hayatının hiçbir döneminde yapamadığı özgür bir seçim.
Film hakkında anlatacak pek bir şey, derin analizler yapacak bir durum yok aslında. Ama iyi hissettiriyor seyrederken. Elbette görüntü yönetmeninin,  çok güzel olan bir adada harika çekimlerinin de katkısı çok bunda.
Filmde çokca pencere var. İrili, ufaklı pencereler ve pencerelerin ardındaki Maria. Ve genellikle hep puslu görüntüler. İlk kez o adada ışıl ışıl bir penceresi oluyor Maria'nın, denize açılan.
Film, İspanya Yunanistan ortak yapımı. Maria'yı oynayan Emma Suarez yine çok iyi bir performans gösteriyor. Yine dedim..Çünkü, seyredenler hatırlar, Almodovar filmi Julieta'daki oyunculuğu ile.

"Ben maviye inanırdım
Boynumdaki yorgun damarların mavisine
Beyaz dalgaları omuzlayan deniz mavisine
Denizin bittiği yerde başlayan göğün mavisine inanırdım
Bi de ensemdeki dövmeye inanırdım
Kuş ölür, sen uçuşu hatırla"


26 Kasım 2020 Perşembe

Snijeg (Snow) /2008



"Çocukları küçük kurşunlarla öldürürler, değil mi anne?"

İnsanlık tarihinin en acı sayfalarından biridir Yugoslavya iç savaşı  ve bu savaş sırasında Boşnaklara yapılan soykırım. Savaş sırasında tahmini olarak 150 bin ile 260 bin arası insan, hayatını kaybetmiştir. Sırp Cumhuriyet ordusunun Srebrenitsa'ya karşı giriştiği Krivaya 95 harekatı sırasında en az 8372 Bosnalı öldürülmüş, bunlardan bir kısmının da, kadınlar ve çocuklar olduğu kanıtlanmıştır. Avrupa'daki hukuki olarak belgelenmiş ilk soykırım olma özelliğini taşıyan Srebrenitsa soykırımı, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra gerçekleşen en büyük toplu katliamdır.
Her savaş kötüdür. Her savaş yıkımdır. Her savaş insanlığın trajedisidir.
Sadece savaş sırasında değil, savaş sonrasında da toplumsal travma bırakır tüm yaşanılanlar. Bu toplumsal travmanın aşılmasında, toplumsal hafızadaki yıkıma dair anıların yapılandırılması için, sanat kullanılan yollardan biridir. Bu yüzden sinemanın dili çokca kullanılmıştır.
Boşnak yönetmen Aida Begiç de sinemanın dilini kullanmış, bu acıyla yüzleşmek ve geride kalanlara, ses olabilmek için.
Kar,  bir Boşnak köyünde geçiyor. Eşlerini, oğullarını savaşta kaybetmiş, acıları hala gözlerinde duran bir avuç kadın, erik reçeli ve turşu yapıp satarak hayatta kalmaya çalışıyorlar. Yanlarındaki erkekler ise, köyün en yaşlı erkeği ve katliam sırasında şahit oldukları yüzünden konuşamayan küçük bir oğlan çocuğu. Bir de birkaç küçük kız çocuğu var yanlarında, anne ve babalarını savaşta kaybettikleri için baktıkları.
Kayıplarının bedenlerinin bile nerde olduğunu bilmeyen bu kadınların beyinleri reddetse de, sevdiklerinin birgün çıkıp geleceklerini, kalpleri hala umutla bekliyor onları. Sanki araftalar gibi. Gözleri sevdiklerinin yanına ölüme yatmış da,  kendileri hayat kaldığı yerden devam ediyormuş gibi devinim içindeler.
Birbirinin aynısı, acı ile harmanlanmış günler birbirini kovalarken, bir gün Sırp bir adam gelir. Köylerini bir şirketin satın almak istediğini söylemek için. Daha önce komşu, sonra düşman oldukları bu adam, savaşta alamadıkları bu köyü, şimdi para ile almak istemektedir.
Daha iyi bir gelecek için, sevdiklerinin anılarını barındıran bu topraktan vazgeçecekler mi köyün kadınları, yoksa Alma'nın dediği gibi "daha iyi bir hayat burada, köyümüzde" diyip karşı mı çıkacaklar bu satışa?
Yönetmen Bergiç, dramatize etmeden, yalın bir şekilde gösteriyor bize bu kadınların hikayesini. İç ve dış çekimlerdeki ayrıntılarda,  savaşın yıkımını ve hala hissedilen savaş buradaydı ve hep burada olacak hissini, keza kayıpların acısının da hep sürdüğünü ve tüm bunlara rağmen kadınların gücünü ince ince işliyor.
Yönetmen, dramatize etmekten kaçınsa da, film beni çok çarptı.
Çünkü insan savaşın ne olduğunu, ancak bittiği zaman anlar.