Sadece bugün bile haberlerde din yüzünden öldürülen onlarca insanı duyunca, bu sorununun cevabını vermek çok zor olmasa gerek.
İnsanların zaaflarından, korkularından ve cahilliklerinden beslenen dinler ve din nedeniyle güç, otorite ve büyük maddi imkanlar elde etmiş din adamları insanlığın daha fazla acı ve korku çekmesine neden olmuştur.
Filmi seyrederken bunları düşünüp durdum işte..
Film aslında Goya ile alakalı gibi gözükse de Goya'nın bir biyografisi değil. Goya'nın gözünden o dönemi bize anlatıyor. İspanya'da zamanın en büyük kurumu olan Engisizyon mahkemelerini, Katolik olmayanların sistematik bir şekilde bulunup , yargılanıp, tutuklanmalarını, yapılan işkenceleri, rüzgar ne tarafa doğru eserse o tarafa dönen fırıldakları, sonra Fransızların İspanya'yı işgalini, özgürlük adı altında yapılan kıyımları, halkın kim başa geçerse ona tapınmasını, keser döner sap döner, gün gelir hesap döner lafını bize bir kez daha doğrulatarcasına kötülükleri ayağına dolanan insanları, kısaca günümüze gelene kadar yüzlercesini okuduğumuz, seyrettiğimiz ve hala da şahit olmaya devam ettiğimiz erk sahibi insanların yüzünü anlatıyor bu film.
Goya ise, dediğim gibi bu filmin gözleri..
Film, güzel...Ama Milos Forman'ın bir Guguk Kuşu, bir Amadeus'u değil..Belki kurgunun kimi yerlerde çok hızlanmasından, kimi yerlerde de yavaşlığından...Belki anlatılacak çok şeyin anlatılmaya çalışılmasından.. Belki de filmin İspanyolca değil de İngilizce olmasından..Bilmiyorum tam nedenini ama beni diğer filmleri kadar heyecanlandırmadı.. Javier Bardem ve Natalie Portman'ın şahane oyunculuklarına rağmen..Goya'yı oynayan Stellan Skarsgard'ın da hakkını vermek lazım..
Filmin final sahnesinin de beni benden aldığını söylemeden geçemeyeceğim..