24 Haziran 2015 Çarşamba

Woman in Gold 2015


Gustav Klimt, 1862-1918 yılları arasında yaşamış, Avusturyalı bir ressam. En ünlü tablolarından biri de Adale Bloch-Bauer'in portresi.
Film, ressamın tabloyu oluşturan altın varakları hazırlaması ve tabloya yerleştirmesi ile başlıyor. Karşısında da güzeller güzeli modeli Adele.
Adele, filmdeki kahramanımız Maria'nın çok sevdiği ve hayran olduğu yengesi. Maria ve ailesi, Viyana'da sanat, müzik ve şehrin kalburüstü kişileri ile çevrili bir hayat yaşarken Nazi işgali yaşanıyor. Maria ve kocası Amerika'ya kaçmak zorunda kalıyorlar.
Maria ve ailesinin bir sanat müzesi kıvamındaki evleri üst düzey Nazi subaylaı tarafından yağmalanıyor. Adale'nin tablosu da bu yağmadan nasibini alıyor, sonralarda bir sanat aşığının eline düşüp Belvedere'de bir müzede sergilenmeye başlıyor.
Maria, Los Angeles'da yaşarken, kızkardeşinin ölümü ile eline bazı belgeler geçiyor ve kaybettiklerini elde edebilmek için harekete geçiyor. Kendine yardımcı olması içinde arkadaşının oğlu yine Avusturyalı olan bir avukattan yardım istiyor.
Hikayenin bundan sonrası uluslararası bir hukuk mücadelesi..
Evet biliyorum belki Nazi işgali ile ilgili filmler çok ve birçoğu için bıktırıcı olmaya başladı. Ama benim ilgimi çekiyor savaşın gerisindeki yaşananları okumak, izlemek, bilmek.
Bu filmin ise şimdiye kadar seyrettiklerimden farklı bir tarzı var. Daha naif. Daha olağan. Daha esprili. Rahatsız etmiyor. Irkçı söylemlere girmiyor. Ajitasyon yapmıyor. Elbette yaşanılanların bir hüznü var. Özellikle geriye giden sahnelerde daha çok hissediliyor. Ama filmin belkemiğini bu oluşturmuyor.
Filmin özünde insan var. Adalet var. Adaletin evrenselliği var. 
Ben fimi sevdim. Maria'yı oynayan Helen Mirren çok başarılı. Ve filmin özellikle Viyana'da geçen sahneleri çok güzel.
Bir dipnot : Filmin bir iki yerinde Amerikalıların zekasına!  çok iyi göndermeler var. Yönetmen Londralı imiş. Ondan mıdır acaba :)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder