22 Şubat 2017 Çarşamba

Nocturnal Animals( Gece Hayvanları) 2016



"Oysa herkes öldürürür sevdiğini
  Kulak verin bu dediklerime " demiş Oscar Wilde.
Kimi sözleri ile, kimi yaptıkları ile kimi de terkederek yapmaz mı bunu insan sevdiğine? 
"Everytime we say goodbye, i die a little" diyen şarkıdaki gibi, her terkediliş içimizdeki birşeyi de söküp götürmez mi?
Ya yaşanan duygular, acılar?...
Çoğu zaman terkeden, arkasında kalanın neler yaşadığını bilmez...Bilse de umursamaz...
Peki ya öyle bir yolu olsaydı, bilmesininin ve umursamasının...Göstermek istemez miydik yaşattıklarının acısını?
İşte, karısı tarafından terkedilen Edward'ın da böyle bir 
yolu vardır...Eski karısına yazdığı romanı göndermek. Romanın ismi " Nocturnal Animals" dır. Karısına uykusuzluk problemi nedeniyle taktığı isimdir bu, evli oldukları yıllarda.
Edward yazardır. Romantik, içine dönük, hayata karşı çok hırsları olmayan, sadece sevdiği işi yapmak isteyen ortalama bir adamdır.
Karısı Susan ise, köklü ve zengin bir aileden gelen, beklentileri yüksek, güzel bir kadındır. Sanatla ilgilenmekte, ancak üretemediği için bir sanat galerisini yürütmektedir. Edward'ın ise yazma denemeleri başarılı olmamaktadır.
Evlilikleri çok uzun sürmez, Susan geleceğe dair güvence göremediği bu evliliği bitirme kararı alır. Bu arada kocasını aldatır. Ve Edward'ın haberi olmadan hamileliğini sonlandırır.
19 yıl geçer ayrılmalarının üzerinden. Bu süre zarfında hiç görüşmezler. Ve birgün Susan bir posta  alır ve içinden Edward'ın ona gönderdiği  kitap çıkar. Kitabı okumasını ve sonrasında da onu görmek istediğini söyleyen bir not ile beraber.
Ve Susan kitabı okumaya başlar. 
Bundan sonrası, şimdiki zaman, geçmiş yaşam ve romanın içiçe geçmiş hali..Nerdeyse her sahne ve her sözün göndermeler ve semboller olduğu bir metafor denizinde yüzmeye başlıyoruz.
Yönetmen Tom Ford, şok edici bir açılış sahnesi ile hazırlanın diyor bizlere. Ve muhteşem bir final sahnesi ile son vuruşu yapıyor.
Tüm film boyunca, gerilimi hep  ayakta tuttuğu gibi, düşüncelerimizi de oradan oraya savurmayı başarıyor.
Spoiler olabileceği için, kullanılan metaforları ve filmin detaylarını 
vermek istemiyorum, ama dikkatli ve meraklı seyirci bunların hepsine ulaşacaktır, eminim. 
Filmin çok iyi bir oyuncu  kadrosu var. Amy Adams'ın o hüzünlü gözleri beni benden aldı. Jake Gyllenhaal ve Aaron Taylor Johnson oldukça başarılı idiler. Ama benin asıl beğenim, dedektifi oynayan Michael Sannon'a...Muhteşemdi...
Filmin görüntü yönetmeni ve müziklerini yapan Polonyalı Korzeniowski ise çok  iyi iş başarmışlar.
" Kadın gider ve bir şair doğar bundan" demiş ya şair...
Bu gidişin öyküsü de çok seyredilesi olmuş. Ama lütfen gece vakti seyredin..







  

11 Şubat 2017 Cumartesi

Juste La Fin Du Monde/Its Only The End Of The World/Alt Tarafı Dünyanın Sonu /2016




"My home has no door
 My home has no roof
 My home has no windows
 It aint water proof
 My home has no handles
 My home has no keys
 If you're here to rob me
 There's nothing to steal"
Camille'den bu muhteşem şarkı ile eve dönüş yolculuğunu izlemeye başlıyoruz Louis'in..
Gece yarısı bir uçağin penceresinden karanlığa bakarken Louis " Arkanıza bakmadan çekip gitmeniz gereken nedenler vardır..Ve bir o kadar da dönmenizi gerektirecek nedenler.Fakat son bir kez daha, ömrünüzün sonuna dek, kendi hayatınızın efendisi olduğunuz illüzyonunu gösterebilmek zordur " diye düşünür Louis, 12 yıl önce terkettiği evine, artık sayılı zamanının kaldığını söylemek için giderken. Tanınmış bir eşcinsel yazar olan Louis'in ölümcül hastalığı vardır ve bunu söylemek isyiyordur ardında bıraktıklarına.
Ardında bıraktıkları; onu çok seven bir anne, o gittikten sonra evin tüm sorumluluğunu almış, Louis'in gidişine de, kendine de , hayata da kızgın bir ağbi, onu çok tanımayan ama yaptıklarını, yazdıklarını takip eden ve ağbisine hayran olan sorunlu bir kızkardeş ve daha önce tanışmadığı ağbisinin güzel karısı.
Louis'in eve girişi ile birlikte kırgınlıklar, kızgınlıklar, sevinçler, hayal kırıklıkları ortaya çıkar. Kimi çok gürültülü, kimi ise sessiz. Ailenin gürültülü tarafını oluşturan anne, ağbi ve kızkardeşe karşın Louis ve ağbisinin karısı sessiz taraftadırlar.
Louis hastalığını söylemeye uygun zaman arasa da bu çok kolay olmayacaktır bunca duygu arasında.
Ama sessizliğin sesini duyan da vardır bu ailede ve durumu bir tek o anlayacaktır.
Louis ise hayatına ortak etmediği ailesine, ölümünü ortak etmek istese de....
Sessizlik belki de en iyisidir.
Ağbisinin dediği gibi " Sessiz insanların iyi dinleyiciler olduğunu sanıyorsunuz, ama ben insanlar beni rahat bıraksınlar diye susuyorum."
Film, Jean-luc Lagarce'nin tiyatro oyunundan alınmış. Yazarın da Aids'ten öldüğünü dipnot olarak belirtmek isterim.
Filmin yönetmeni Xavier Dolan'ın, aynı mekanda geçen, tiyatro oyunundan uyarladığı bu film ile risk aldığını  düşünsek de..Yakın yüz çekimleri, kullandığı renkler, müzikler ve özellikle sıkı oyuncu kadrosu ile bu riski muhteşem bir sinema şölenine dönüştürmüş.
Benim ilk seyrettiğim Xavier Dolan filmi. Bana biraz Angelopoulos, biraz da Ferzan Özpetek tadı verdi. Gerçi Ferzan'ın sofraları daha şenlikli olur. Özellikle Angelepoulos'un Karaindrou müzikleri ile kullandığı müziğin vurucu gücünü bu filmde de gördüm.
Ve söylemeden edemeyeceğim. Filmin bir yerinde Louis'i hatıralarına sürükleyen "Numa Numa" şarkısı beni de geçmişe yolculuk yaptırdı. Üstelik de yıllardır dinlemediğim halde hatırlayıverdim.
Hep derim; müzik hafızası inanılmazdır.
Tıpkı bu filmi seyrederken bana hep sessizliğin sesini hatırlatan şarkının sözleri gibi...
" People talking without speaking
  People hearing without listening
  People writing songs that voices never shade
  No one dare
  Disturb the sound of silence"