Sinema sanatını çok seviyorum. Okumayı çok seviyorum.Yazmayı en çok seviyorum. Bir filmi izledikten, bir romanı okuduktan sonra düşüncelerim kelimelere dökülüyor. Ve ben o filmi , o romanı hep hatırlıyorum kendi kelimelerimle. Bir sanatı yorumlamak beni de o sanatın içine dahil ediyor ve bundan büyük keyif alıyorum. Bunu geç farkettim..Ama iyi ki farkettim....
11 Şubat 2017 Cumartesi
Juste La Fin Du Monde/Its Only The End Of The World/Alt Tarafı Dünyanın Sonu /2016
"My home has no door
My home has no roof
My home has no windows
It aint water proof
My home has no handles
My home has no keys
If you're here to rob me
There's nothing to steal"
Camille'den bu muhteşem şarkı ile eve dönüş yolculuğunu izlemeye başlıyoruz Louis'in..
Gece yarısı bir uçağin penceresinden karanlığa bakarken Louis " Arkanıza bakmadan çekip gitmeniz gereken nedenler vardır..Ve bir o kadar da dönmenizi gerektirecek nedenler.Fakat son bir kez daha, ömrünüzün sonuna dek, kendi hayatınızın efendisi olduğunuz illüzyonunu gösterebilmek zordur " diye düşünür Louis, 12 yıl önce terkettiği evine, artık sayılı zamanının kaldığını söylemek için giderken. Tanınmış bir eşcinsel yazar olan Louis'in ölümcül hastalığı vardır ve bunu söylemek isyiyordur ardında bıraktıklarına.
Ardında bıraktıkları; onu çok seven bir anne, o gittikten sonra evin tüm sorumluluğunu almış, Louis'in gidişine de, kendine de , hayata da kızgın bir ağbi, onu çok tanımayan ama yaptıklarını, yazdıklarını takip eden ve ağbisine hayran olan sorunlu bir kızkardeş ve daha önce tanışmadığı ağbisinin güzel karısı.
Louis'in eve girişi ile birlikte kırgınlıklar, kızgınlıklar, sevinçler, hayal kırıklıkları ortaya çıkar. Kimi çok gürültülü, kimi ise sessiz. Ailenin gürültülü tarafını oluşturan anne, ağbi ve kızkardeşe karşın Louis ve ağbisinin karısı sessiz taraftadırlar.
Louis hastalığını söylemeye uygun zaman arasa da bu çok kolay olmayacaktır bunca duygu arasında.
Ama sessizliğin sesini duyan da vardır bu ailede ve durumu bir tek o anlayacaktır.
Louis ise hayatına ortak etmediği ailesine, ölümünü ortak etmek istese de....
Sessizlik belki de en iyisidir.
Ağbisinin dediği gibi " Sessiz insanların iyi dinleyiciler olduğunu sanıyorsunuz, ama ben insanlar beni rahat bıraksınlar diye susuyorum."
Film, Jean-luc Lagarce'nin tiyatro oyunundan alınmış. Yazarın da Aids'ten öldüğünü dipnot olarak belirtmek isterim.
Filmin yönetmeni Xavier Dolan'ın, aynı mekanda geçen, tiyatro oyunundan uyarladığı bu film ile risk aldığını düşünsek de..Yakın yüz çekimleri, kullandığı renkler, müzikler ve özellikle sıkı oyuncu kadrosu ile bu riski muhteşem bir sinema şölenine dönüştürmüş.
Benim ilk seyrettiğim Xavier Dolan filmi. Bana biraz Angelopoulos, biraz da Ferzan Özpetek tadı verdi. Gerçi Ferzan'ın sofraları daha şenlikli olur. Özellikle Angelepoulos'un Karaindrou müzikleri ile kullandığı müziğin vurucu gücünü bu filmde de gördüm.
Ve söylemeden edemeyeceğim. Filmin bir yerinde Louis'i hatıralarına sürükleyen "Numa Numa" şarkısı beni de geçmişe yolculuk yaptırdı. Üstelik de yıllardır dinlemediğim halde hatırlayıverdim.
Hep derim; müzik hafızası inanılmazdır.
Tıpkı bu filmi seyrederken bana hep sessizliğin sesini hatırlatan şarkının sözleri gibi...
" People talking without speaking
People hearing without listening
People writing songs that voices never shade
No one dare
Disturb the sound of silence"
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder