"Yorgundum
Köklerimdeki uğultuyla ölümü beklemekten
Yaz bitmişti
Bir deprem sesi geliyordu
Yaprağını savuran ağacın köklerinden
Ben doğurdum seni
İçimdeki kaynaktan, acı sudan
Ben doğurdum seni, bir hayal için
İkinci bahardan" Birhan Keskin
Yazmakta belki de en zorlandığım film oldu Annihilation..Filmi seyretmemin üstünden iki gün geçmesine rağmen kafamda net oturtamadım bazı şeyleri. Ama sonra düşündüm ki bu filmi çoğu seyirci farklı okuyacak. Belki kimi kendi ruh haline göre, kimi deneyimlerine göre, kimi ise bilimin ışığında okuyacak.
Öyleyse kendi okumama geçelim.
Amerika Birleşik Devletlerinde bir deniz fenerine gökyüzünden bir ışık düşer ve ışık gide gide etrafa yayılır ve oradaki herşeyi değiştirmeye başlar. Parıltı adını verirler buna.
Üç yıllık bir süreçte takip edilir parıltı. Parıltının içine araştırma amacı ile gidenler geri dönmez. Onlarla iletişim kurulamaz. Parıltıdan tek geri dönen biolog Lena'nın kocası asker Kane'dir. Parıltıya girdikten bir yıl sonra döner Kane, döndüğünde çok konuşmayan, şaşkın bir haldedir, zaten döner dönmez hastalanır ve parıltının hemen yanına konuşlanmış askeri birlikte tedaviye alınır. Lena ise kocasına neler olduğunu anlamak için parıltıya girmek üzere hazırlanan, askeri birlikteki 4 kadına katılmak ister ve bu isteği onaylanır. Ekibin başında psikolog Dr Ventress vardır.
Ekip parıltıya girdiğinde, askeri birlikle iletişimleri kesilir ve zaman kavramları yok olur.
Parıltıda ilk dikkatlerini çeken, bitkilerin ve hayvanların mutasyona uğraması olur. Aynı kökten çıkan farklı çiçekler, insan şeklinde büyüyen bitkiler, boynuzları çiçek şeklinde olan geyikler ve değişime uğramış hayvanlar.
Parıltıda ilerledikçe hem kendilerindeki değişim başlayacak hem de yok oluşa doğru hızla sürükleneceklerdir.
Bundan sonrası ise spoiler olabileceğinden filmi anlatmak yerine bir iki küçük detay vermek istiyorum önemli bulduğum.
Ekip kadınları hakkında çok şey bilmesek de en azından hepsinin hayatında bir kaybı ya da yarası olduğunu görüyoruz. Ekip başı psikolog kanser hastası. Bir diğeri uyuşturucu bağımlısı. Biri kızını lösemiden kaybetmiş. Biri lezbiyen, Lena ise bir yıldır kocasının öldüğünü düşünerek yasını tutmuş ama kocası geri dönmesine rağmen yoğun bakımda hayat savaşı veriyor. Filme ara ara serpiştirilmiş geri dönüşlerden Lena'nın kocasını aldattığını ve bunun pişmanlığını yaşadığını anlıyoruz.
Demiştim ki çoğu seyirci bu filmi farklı okuyacaktır.
Ve çoğunluğun okuması, sanırım gen mutasyonu ve yeni bir türün var oluşu şeklinde olacaktır. Ben de zaman zaman bu çizgiye kaymadım değil.
Lena'nın Kane ile otururken okuduğu " The immortal life of Henrietta Lacks" kitabı,
Lena'nın kocası ile konuşurken yaşlanmanın bir hücre defekti olduğundan söz etmesi,
kanserli hücrelerin bölünmesi ile ilgili öğrencilerine anlattığı ders, psikolog Dr Ventress'in insanların kendini yok etme dürtüsü gibi ayrıntılar, özellikle filmin finali beni bu çizgiye yaklaştırdı.
Kitaptan söz edecek olursam, 1950 lerde rahim ağzı kanseri olan Henrietta Lacks, hastanede yatarken, kendisinden izinsiz doku örneği alınır. Bu hücrelere hastanın adını gizlemek için HeLa adı verilir. Bu hücreler, insan vücudu dışında ölmeden çoğalmayı başarır ve bu sayede birçok hastalığın tanı ve tedavisinin önünü açar.
Tüm bu detaylara rağmen, ben bu filmi, depresyon süreci, insanın kendisi ile yüzleşmesinin sancıları, bu sancıları yaşayan kimisinin ölmeyi seçmesi, yüzleşmeyi başaranların ise karanlıktan çıkışı ve yeniden var oluşu olarak okudum.
Ekipteki tüm kadınların kayıpları, kırgınlıkları, pişmanlıkları, suçluluk duyguları ve hepsinin ilk bakıştaki duygusal küntlüğü böyle düşünmeye itti beni filmin başında. Zaman kavramının kaybı, çevredeki görüntülerin halüsinasyonlara benzerliği, duygusal değişkenlik ve hatta öfke nöbetleri, hayatta kalmaya karşı dirençsizlik hatta birinde gördüğümüz ölüme sakince, gönüllü gidiş.
Hele hele filmin finali..Kendi kopyası olan kişi, aslında yüzleşmekten korktuğu, kendi içinden çıkardıkları. Aynadaki aksi gibi. Aynı hareketleri yapan, ama yenişemediği kısmı. Yenişirse galip gelecek, karanlık depresyonundan kurtulacak. Ve bu yüzleşme ve savaş deniz feneri içinde oluyor...Karanlıkları aydınlatan deniz feneri.
Ama yine de filmi neresinden okursam okuyayım, her okumada oturmayan, anlamlandıramadıklarım oldu. Mantık hataları buldum bir çok..
Film bir romandan çevrilmiş. Filmin yönetmenliğini yapan Alex Garland romanın da yazarı. Sanıyorum, filme çekilen çoğu kitabın başına gelmiş bir durum var burada da. Belki romanı okumak filmi daha iyi anlamayı sağlayabilir.
Alex Garland 2014 yılı yapımı, Ex Machina'nın da hem yazarı hem yönetmeni.
Kesin olan birşey var ise bana göre, Ex Machina'nın yanından geçememiş Annihilation.
Ama yine de seyredilir mi? Bence evet...Çünkü düşündürüyor..
Ve Natalie Portman her zamanki gibi çok iyi.