Sinema sanatını çok seviyorum. Okumayı çok seviyorum.Yazmayı en çok seviyorum. Bir filmi izledikten, bir romanı okuduktan sonra düşüncelerim kelimelere dökülüyor. Ve ben o filmi , o romanı hep hatırlıyorum kendi kelimelerimle. Bir sanatı yorumlamak beni de o sanatın içine dahil ediyor ve bundan büyük keyif alıyorum. Bunu geç farkettim..Ama iyi ki farkettim....
26 Kasım 2015 Perşembe
GETT (İsrail usulu boşanma) / 2014
Bir ülkede yasaları belirleyen din ise eğer, o ülkede kadının göz ardı edilmesi ve haklarının yok sayılması kaçınılmaz.
Din erkekler için.. Erkeklerin yaşam hakkı için, erkeklerin mutluluğu için ve erkeklerin hakları için..
Herhangi bir Ortadoğu ülkesinde veya başka bir geri kalmış ülkede geçseydi bu film eğer şaşırmazdım. Ama bu hikayenin İsrail'de geçmesi sersemletti beni doğrusu..
Hiç bilmezdim İsrail'de boşanmanın hahamlar tarafından yürütülen şeriat mahkemelerinde görüldüğünü, erkek boşanmayı isterse sadece ''boş ol'' demesinin boşanmak için yeterli olduğunu, ama eğer boşanmayı kadın isterse, mahkeme boşanma kararı bile verse kocasının bunu onaylamasının gerekliliğinin, boşanma gerçekleştiğinde de erkek tarafından kadının avuçlarına ''GETT'' denilen bir belge bırakıldığını ve bunun da kadını aşağılayan bir ritüel içinde yapıldığını..Hiç bilmemek bir yana, tahmin bile edemezdim tüm bunları.
Film, 30 yıllık bir evlilikten sonra boşanmaya karar vermiş Viviane Amsalem'in uzun yıllar süren mücadelesini anlatıyor.
Film, tek mekan filmi..Sadece mahkeme'de geçiyor. Ama ilginç bir şekilde ruhunuz olan bitene daralsa da sıkılmıyor, sonuna kadar heyecan ile izliyorsunuz.
Oyuncular, özellikle Viviane'ı oynayan oyuncu müthiş. Kamera, karı kocayı oynayan oyunculara yaptığı yakın çekimlerle iyi iş çıkarmış. Çoğu zaman bir bakış, bir mimik çok şey anlatıyor bize..
Bu filmi seyretmek lazım. Görmek, bilmek lazım; dünya üzerinde tahmin etmediğimiz ülkelerde bile kadınların neler yaşadığını.
Ve bir kez daha Atatürk'ü minnetle anmak ve müteşekkir olmamız lazım ona , kadınlarımıza verdiği haklar için.
25 Kasım 2015 Çarşamba
I''ll see you in my dreams /2015
Kendimin sinema sezonunu açmaya karar vermemle beraber ne seyretsem arayışına girdim.
Bu arayış sırasında, 2015 yılının filmlerine bakarken dikkatimi çeken, hem genç hem de orta yaşın üzerindeki kadın hikayelerini anlatan filmlerin çokluğu idi...Geçenlerde gözüme bir yazı ilişmişti. Nerede gördüğümü ve kimin yazdığını hatırlamamakla birlikte, artık Amerikan sinemasının kadın hikayelerini çokça işlediği, çünkü sinema seyircilerinin daha çok kadın olduğu idi dikkatimi çeken.
Aslında ben de benzer düşünüyorum. Genelde kadınlar daha çok sinemayı seviyor. Belki de şimdilerde öyle.
Bu akşam, kendime hazırladığım seyredilecekler listesinden öncelikle bu filmi seçtim. Galiba kendimi, ya da kendimin 10 yıl sonraki halini seyretmek istediğim için..
Çok da yanılmamışım.
Filmimizin kahramanı Carol 60'lı yaşlarda, eşini yıllar önce kaybetmiş, kızı kendisinden uzakta yaşayan, emekli ve yalnız bir kadın.
Tek can yoldaşı 14 yıldır birlikte yaşadığı köpeği..Daha çok evinde okuyarak ve televizyon seyrederek vakit geçiren, kadın arkadaşlarıyla hergün kağıt oynamak ve golf oynamak için buluşan, şarap içmekten çok hoşlanan Carol'un birgün köpeği ölüyor. Ve ondan sonrası... Aşkı yeniden aramak...Hayatı sorgulamak..Arkadaşlıklar, Yalnızlık...Emeklilik..Hayatımızın can yoldaşı hayvanlar..
Belki de orta yaşın üstünde yalnız yaşayan her insanın arayışları, yaşadıkları ve sorgulamaları..
Yaşanılan kayıplar, acılar, ama tevekküllü bir kabulleniş, artık hiçbir şeye şaşırmama hali, yemekten, içmekten alınan büyük keyifler, zamanı yavaşlatarak yaşamak, hiçbirşeye yetişme telaşının olmaması, dışarı çıkmaktansa evde geçirilen zamanların daha tercih edilir oluşu..
Sağlıklı yaşlılık güzel birşey aslında diye hissettiriyor insana film, seyrederken.. Sakin, dingin ve keyifli..
Filmi ben sevdim. Oyuncuları sevdim..Havuz temizleyicisi dışında.
Özellikle benim yaşımdakilere tavsiye ederim.
21 Kasım 2015 Cumartesi
Portakallı Girit Kurabiyesi
Kokunun da bir hafızası var. Ve bence en güçlü hafızalardan. Yıllar sonra, geçmişe ait bir koku yeniden burnunuza geldiğinde, o eski duygular açığa çıkıveriyor birden. İyi ya da kötü..Ama birden, o eski sizi etkileyen duyguların içinde buluveriyorsunuz kendinizi..Sonra da o duyguları yaşatan kişiyi ve mekanı hatırlayıveriyorsunuz.
Çocukluk, gençlik anılarımızın da koku hafızamızla ne çok ilişkisi var aslında..
Ateşli yatağımızda sayıklarken, burnumuza gelen tavuk suyu çorbasının kokusu nasıl annemizin şefkatini hatırlatıyorsa bize, bir bahar akşamüstü evin kapısını çaldığımızda içerden gelen çilek reçeli kokusu kimbilir neler hatırlatıyordur herbirimize..Ya okuldan eve geldiğimizde evin dışına kadar taşmış o şahane kakaolu kekin kokusu..Çoğumuz annemizin o kokusunu hala hissetmez miyiz? Kalbimizi acıtan, günlerce bizi ağlatan eski sevgilinin , bir yerlerde burnumuza çalınan parfümünün kokusu, kaçımızın göz pınarında bir damla yaşa neden olmuştur acaba?
Derler ki iyi koku alanların, hafızası da güçlü olurmuş..Ne kadar doğru bilmiyorum ama ben galiba kokuların peşindeyim, beni iyi hissettiren..
Bu yüzden mutfakla aramın iyi oluşu..
Ya çocukluğuma dönmek, ya kendi oğlumun beynine o güzel duyguları kazımaktır beni mutfağa yönelten..
Şimdi evi şahane bir kurabiye kokusu sardı..
Portakallı Girit kurabiyesi.
1 su bardağı taze sıkılmış portakal suyu
1su bardağı toz şeker
1 su bardağı zeytinyağı
1 tatlı kaşığı karbonat
Portakal kabuğu rendesi
Aldığı kadar un
Hepsi kulak memesi kıvamında olacak şekilde yoğurulur.
Sonra ceviz büyüklüğünde parçalara şekil verilip ( ben kurabiye kalıpları ile yaptım) üzerine yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine dizilir. 170 derecelik fırında, üstü ve altı hafif kızarana kadar pişirilir.
Ve afiyetle yenilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)