26 Eylül 2016 Pazartesi

IL POSTINO ( POSTACI) /1994




''Well, now,
If little by little you stop loving me
I shall stop loving you little by little..

If suddenly
You forget me
Do not look for me,
For i shall already have forgetten you..''

Yüreğime dokunan şiirlerini çok sevdiğim Pablo Neruda'yı konu eden bu filmi seyretmek için bunca zaman niye bekledim, bilmiyorum.
Doğru zaman şimdi imiş benim için belki de.
Bazen, birilerinin hayatına dokunuruz, birileri de bizim hayatımıza..Ne kadar çok değişikliğe neden olabileceğimizi bilmeden..
Neruda da tahmin edemezdi sanırım, sürgün nedeniyle gittiği küçücük bir İtalyan kasabasında, rastladığı postacının hayatına küçücük dokunuşunun kelebek etkisi misali birçok kişinin hayatını değiştirebileceğini..
Şili'de hakkında yakalama emri çıktığı için , ülkesini terketmek zorunda kalan Pablo Neruda'ya İtalya, küçük bir adasında sığınma hakkı verir ve ona bir ev tahsis edilir. Ev, merkeze epey uzak olduğu için ona gelen mektupların ulaştırılabilmesi için Mario görevlendirilir. Mario'nun babası ada halkının çoğunluğu gibi balıkçılıkla uğraşmaktadır ama Mario balıkçılığı beceremeyen, işi olmayan, ancak okur yazar düzeyinde eğitimi olan bir adamdır.
Ve, Mario işine başlar. Her sabah bisikleti ile giderek, mektuplarını ulaştırır Neruda'ya. Ama öylesine meraklı ve öğrenmeye hevesli bir adamdır ki Mario, şiirlerini öğremek ister şairin..Komünizmi öğrenmek ister.. Hatta kendi de şiir yazmak ister..
O kadar saf ve temiz bir adamdır ki, her karşılaştıklarında  sorduğu soruları, bir çocuğa anlatır gibi sabırla cevaplandırır Neruda. Zamanla soru cevap tarzı iletişimleri, sohbetlere ve samimiyete  dönüşür. Ve hatta, aşık olduğu kadını etkilemek için ona şiir yazmasını ister Mario, Neruda'dan..Ve yardım eder şair, bu çaresiz adamı güzel Beatrice Russo'ya kavuşturmak için..
Bazı filmler, sonu nasıl biterse bitsin ruhumuzda bir serinlik ve yüzümüzde bir gülümseme yaratır ya... Bu da onlardan işte..
O çok sevdiğim İtalyancanın ritminin beni iyi hissetirmesi mi, güzelim ada mı, sevdiğim şairin dizeleri mi? Belki de hepsi..Ama asıl, artık belki de bu dünyada hiç yok diye düşündüğüm, sevgiyi, saflığı ve temizliği, vefayı görebilmem Mario'nun kişiliğinde..
Hani diyor ya filmin bir yerinde Mario, Neruda'ya ''Şiir onu yazana değil, ona ihtiyacı olana aittir''.
Bu filme de benim ihtiyacım varmış bu akşam. 
Mario'yu oynayan Massimo Troisi muhteşem oynuyor rolünü..
Ama öğrendim ki, film çekimleri sırasında olması gereken kalp ameliyatını ertelediği için, film biter bitmez kalbine yenik düşmüş ve maalesef bu dünyadan göçmüş..
Ama ne güzel bir anılmadır ki, yıllar sonra, başka ülkede bir kadın onun filmini seyrediyor ve uyumadan önce gökyüzüne bir selam çakıyor bu muhteşem oyunculuğu için Massimo Troisi'ye ...

Şimdi size önerim...Takın kulaklığınızı...Madonna'nın sesinden 'If you forget me '' şiirini dinleyin..Ve siz de çakın bir selam Neruda'ya..









23 Eylül 2016 Cuma

Babette's Feast ( Babette'in Şöleni) / 1987




'Bir yemeği aşk ilişkisine dönüştürmek..Bedensel açlık ile ruhsal açlık arasında ayırım yapmayan bir aşk ilişkisi'...
Beni vuran bu cümleler, sanki filmin de özeti bir nevi.
Bedensel hazlarımız mı önemli, ruhsal doyumumuz mu?
Yoksa ikisinin birlikteliği mi bize bu dünyadaki mutluluğu yaşatan?
Püritanlar bildiğim kadarı ile dünyevi zevkleri red eden, haz alınan herşeye karşı olan ve kendilerini tamamen Tanrı'ya hizmet etmeye adamış bir topluluk.
İşte böyle bir Püritan topluluk var fimde de..Danimarka'nın sahil kasabasında yaşayan. Ve bu toplulukta iki kız kardeş. Martina ve Filippa...Babaları çok saygı gören bir rahip ve bu kız kardeşler de hayatlarını babalarına bakmaya ve Tanrı'ya hizmete adamışlar. 
Zaten yaşadıkları sahil kasabası da münzevi bir kasaba görüntüsünde. Gri ve kasvetli... Gökyüzü gri, deniz gri, evler bile gri renkte. 
Yıllar geçiyor, Martina ve Filippa yaşlanıyor. Hayatlarında evlenmemiş, barklanmamış bu iki kızkardeşin kapısı çalınıyor bir akşam. Bir tanıdıkları aracılığı ile kendilerini bulan Babette var kapılarında. Babette, Fransa'dan savaştan kaçmış, kocası ve oğlu savaşta öldürülmüş ve kalacak yeri olmadığı için onlara hizmet etmeye gelen bir Katolik..Kabul ediyorlar ve Babette onlara hizmet etmeye başlıyor, onların dilini öğreniyor ve kasabada herkes tarafından sevilip kabul görüyor.
Bir gün Babette'e piyangodan para çıkıyor. Kızkardeşler Babette'in bu parayla ülkesine döneceğini düşünürlerken, Babette bir istekte bulunuyor. Onlara ve arkadaşlarına bir akşam yemeği düzenlemek. Ama koşul, tamamen Fransız mutfağı olması. Velhasıl bu isteği kıramıyor Martina ve Filippa..
Bundan sonra yazdıklarıma dikkat!..Spoiler içerebilir.
Babette hazırlıklara başlıyor. Fransa'dan kaplumbağaya, kurbağalara kadar tüm malzemeleri getiriyor.
Bu arada kızkardeşler derin bir çaresizlik içinde. Çünkü farkındalar ki ziyafet müthiş olacak ve onlara göre alacakları her zevk, şeytana gidişin bir basamağı. Topluyorlar Püritan topluluğu ve durumu açıklıyorlar. Ama bir o kadar da kibarlar ki, yemeği red etmek yerine, yemek hakkında düşünmeden, tadını hissetmeden sunulanları yemeye karar veriyorlar. 
Tabi ki muhteşem akşam yemeğinde, o enfes yemeklerin yenilmesi  ve özenle seçilmiş şarapların, şampanyaların içilmesi ile birlikte bedensel hazzın da farkına varmaya başlıyorlar.
Yüzleri,bedenleri, tepkileri ve davranışları bile değişiyor yedikleri her lokmada, içtikleri her şarapta. 
Yemekte bir de misafirleri var. Bir general. Bir zamanlar kızkardeşlerden birine aşık olan ama mesleki kariyeri uğruna bu aşktan vazgeçmiş olan bir general.
Sadece bu general dile getirebiliyor yediği enfes tadları ve içtiği içkilerin nefasetini.
Çünkü bu general bir zamanlar Paris'in en ünlü restoranı Cafe Anglais'de bir ziyafete katılmış ve oranın kadın şefinin dillere destan yemeğini yemiş biri. Yanılmıyor general. Çünkü bu şef Babette...
Babette, tüm maharetini ve piyangodan kazandığı tüm parasını bu ziyafet için döküyor iki kızkardeşin ve arkadaşlarını önüne..Kabul görmesininin ve minnettarlığının bir göstergesi olarak..
Bir zamanlar, aşkını kariyeri uğruna heba eden general de...Belki de bir zamanlar küçümsediği ve yaşamak istemediği bu kasabada gerçek şöleni görüyor.. Bedenini ve ruhunu birlikte doyuran..
Film aslında Babette'in şöleni değil..Bence bir sinema şöleni.
İlk 30 dakikasında sıkılabilir, daralabilirsiniz. Lütfen sabredin, gerçek şölen sonunda..



19 Eylül 2016 Pazartesi

The Hundred-Foot Journey (Aşk Tarifi) /2014




"Kem alât ile kemâlat olmaz" der annem. Yani kötü malzeme ile iyi bir yemek yapamazsın.
Ama bana göre malzemenin iyi olması da iyi bir yemek ortaya çıkarmak için yeterli değildir.
Yemek aşk ile yapılmalıdır. Yemeğe sevgi katılmalıdır ki damak çatlatan lezzet çıksın ortaya.
Belki ondandır ben o plastik eldivenleri hiç kullanmam yemek yaparken. Yüreğimden akan sevgi ellerimden aksın, geçsin diye. El lezzeti dedikleri budur belki de..
Bunca girizgahtan sonra anlamışsınızdır bu filmin ana konusunun yemek olduğunu..
Evet yemek ve o yemeği aşk ile pişiren Hintli Hasan Kadam'ı anlatıyor film.
Tüm aile aşçı aslında. Hindistan'ı savaş nedeniyle terkeden aile Avrupa'da bir Fransız kasabasına yerleşiyor. Ve orada bir Hint lokantası açıyorlar. Ama karşılarında da Fransız bir kadının işlettiği, Michelin yıldızlı , şehrin ünlülerinin geldiği bir restoran var. 
Film iki restoranın rekabeti ve Hasan'ın Fransa çapında bir şef oluşuna kadar giden süreci anlatıyor. Ama nasıl güzel bir anlatış..
Benim gibi, beğendiği her kasabada buraya bir restoran açsam nasıl olur hayalleri olan, yemek yapmayı bir külfet olarak değil de keyif olarak gören, değişik tatlar denemeyi seven biri için film nasıl desem..Sanki kendime ait bir rüya gibiydi..
Düşünsenize...Şahane bir Fransız kasabası...Alabildiğince yeşil çayırlar, çok şirin evler, küçük küçük cafeler, yerel pazarlar, envai çeşit deniz ürünleri, ormandan toplanan mantarlar, bisiklet yolları....Ve harika bir mimarisi olan bir restoran..Üstü ev, altı restoran ve ortada avlu..
Bence malzeme taş olsa, insan ondan da yemek çıkarabilir böyle bir yerde..
Keyifli bir zaman geçirmek istiyorsanız ve yemek yapmak ve yemekten hoşlanıyorsanız eğer bu filmi seyredin..
Ama uyarıyorum..Filmi seyrederken çok acıkıyorsunuz :)