Sinema sanatını çok seviyorum. Okumayı çok seviyorum.Yazmayı en çok seviyorum. Bir filmi izledikten, bir romanı okuduktan sonra düşüncelerim kelimelere dökülüyor. Ve ben o filmi , o romanı hep hatırlıyorum kendi kelimelerimle. Bir sanatı yorumlamak beni de o sanatın içine dahil ediyor ve bundan büyük keyif alıyorum. Bunu geç farkettim..Ama iyi ki farkettim....
3 Kasım 2016 Perşembe
JULIETA/2016
Bir kadının hayatına ne çok hikaye sığmıştır.. Ne çok duygu barındırmıştır bu hayat. Ne çok vazgeçiş, ne çok kavuşma, ne çok ayrılık yaşar bir kadın..Ne çok insan gelir ve geçer bu hayattan..
Çoğu zaman bir kendisi bilir kadın tüm hikayelerinin toplamını, tüm duygularının adını, tüm kalp ağrılarını, içinde uçuşan tüm kelebeklerin kanatlarını..
Bi de biz seyirciler biliriz, o kadınlardan biri Almodovar'ın filminin kadını olduysa eğer..
Julieta...İşte o kadınlardan..Edebiyat öğretmeni.. Önce kocasını bir deniz kazasında kaybediyor..Daha sonra kızı onu terkediyor..Geriye gidişlerle kocası ile tanışmasını, kızını doğumunu, ailesini, yaşadığı yeri görüyoruz.. Ve yaşadığı suçluluk duygularını, çelişkilerini, dibe vuruşlarını..
Kadınlar sanıyorum erkeklerden daha fazla etkileniyorlar insanların özellikle sevdiklerinin
davranışlarından, yaptıklarından ve yapamadıklarından... Julieta da öyle.. Birkaç dakika süren bir dialog ömür boyu suçluluk duygusuna yol açabilir mi öyle olmasaydı? Ya da trende tanışıp, bir kez seviştiği bir adam ona yazdığı mektubunda ' seni yağmur altında görmek isterdim, sığınacak bir yer ararken ve o yer benim evimken' sözleri onu koşturur muydu hayatını bile bilmediği bu adamın evine? Ya kızı onu terk ettikten sonra 'yokluğun hayatımı tamamen dolduruyor ve onu tamamen yok ediyor' diyecek kadar yaşamından vazgeçebilir miydi bir anne?
Kadınları bu kadar iyi tanıyan, dahası anlatabilen bir yönetmen Almodovar. Ve bu filmi ile yine dönmüş sahneye, uzunca bir aradan sonra. Ne çok özlemişim meğer.
Filmde yine Almodovar'ın o şahane renkleri vardı. Hele filmin açılışını yapan o elbisenin müthiş kırmızısı.. Sahi o elbisenin kıvrımları size de birşey çağrıştırdı mı?
Çekimler, mekanlar ve özellikle la mar (deniz) !
Tren sahnesi en güzel sahnelerdendi..Bir sevişmenin belki de yaşanacak en romantik mekanı olmuş.
En imrendiğim sahne ise edebiyat dersinde öğretmenler ile öğrencilerin Ulysses'i tartışması idi.. Resmen kıskançlıktan öldüm. Böylesi güzel bir tartışmayı ömrü hayatımda ne gördüm ne de duydum ben.
Geçenlerde okumuştum Almodovar'ın en çok etkilendiği yönetmen Alfred Hitchcock imiş.. Ya bunu yeni öğrendiğimden, ya da gerçekten öyleydi, bu filmde öyle sahneler vardı ki sanki Hitchcock filmi izliyorum dejavusu yaşadım. Özellikle hizmetçi Marian'ın olduğu kimi sahneler Rebecca'yı hatırlattı bana.
Zaten Almodovar'ın filmlerinde o çaktırmadan verdiği gerilimi de seviyorum ben. Kan revan, ölüm kalım yoktur ama bir gerilim yaşatır size keyifli keyifli. Aynen Hitchcock gibi..
Filmde Julieta'nın gençliğini ve olgun yaşını ayrı oyuncular oynuyor. İkisinin de performansları çok iyi olduğu kadar, sanki aynı oyuncunun gençliği ve olgunluk çağı kadar benzerlik vardı yüz ifadelerinde.
Ama asıl müthiş oyuncu hizmetçi Marian'ı oynayan Rossy de Palma.
Ve filmi bayıldığım Chavela Vargas'ın şarkısı ile bitirmiş Almodovar..Sen uzun uzun yaşa ve hep film yap usta. Biz de sinema budur işte demeye devam edelim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder