Sinema sanatını çok seviyorum. Okumayı çok seviyorum.Yazmayı en çok seviyorum. Bir filmi izledikten, bir romanı okuduktan sonra düşüncelerim kelimelere dökülüyor. Ve ben o filmi , o romanı hep hatırlıyorum kendi kelimelerimle. Bir sanatı yorumlamak beni de o sanatın içine dahil ediyor ve bundan büyük keyif alıyorum. Bunu geç farkettim..Ama iyi ki farkettim....
3 Mart 2017 Cuma
İstanbul Kırmızısı ( Rosso İstanbul) / 2017
" Ben herkesi kaybettim..
Ama kimse beni kaybetmedi..
Çünkü ben kimsenin olmadım..
Hiç kimsenin kaybettiği olamadım"
Nedenli, nedensiz, kalabalıklarda da, tenhalarda da, evliyken de, bekarken de, gençliğinde de, yaşlılığında da kimsenin kimsesi olamamışlar vardır ya hani..
Aykırı hayatların, yanlış tercihlerin, terk edişlerin, terk edilişlerin, geçmişe saplanışların ya da şimdiyi ıskalayışların bazen de korkulara yenilişlerin getirisidir..Ama hepsinin ortak noktası derin ve acı bir hikayedir.
Ferzan Özpetek, yine bu insanları anlatıyor, her filminde olduğu gibi...
İstanbul'da bir yalıda oturan, belli ki geçmişi şaşalı ama şimdi yalıdan çıkmak zorunda kalan yaşlı ve yalnız bir anne, İstanbul'da yaşarken oğlunu trajik bir kaza ile kaybettikten sonra Londra'ya göç eden bir yazar, Paris, Berlin arasında yaşamını sürdüren, ama geçmişe takılıp kalan tanınmış bir yönetmen, evli ve güzel bir kadın, uyuşturucu ile geçmişini uyuşturmaya çalışan bir heykeltraş...
Hepsinin ortak noktası mutsuzlukları, çıkmazları ve hayata uyumsuzlukları..
Yazar Orhan, yönetmen Deniz'in yazdığı kitap ile ilgili yıllardan sonra ilk kez İstanbul'a geliyor. Ve
Deniz'in annesinin yalısında kalmaya başlıyor. Ve bir gün sonra,ortadan kaybolan Deniz'in ardından
çözülmeler başlıyor. Hem geçmiş hem de duygular gün yüzüne çıkıyor..
Olayları izlerken, olağanüstü İstanbul, fonda bize eşlik ediyor. Ve kırmızının her tonu...
Özpetek, anlatmıştır kitabının ilk çıktığı günlerde neden " İstanbul Kırmızısı" koyduğunu romanının adını..Annesi hastalanıp yatağa düştüğünde oğlundan oje ve ruj istemiş..İstanbul kırmızısı olsun diye de ekleyerek..
İstanbul belki herkes için başka renk... Ama kırmızı da çok yakışmış ona..Oğuz, " İstanbul tam bir orospudur, herkesi kabul eder" diyor ya filmde...Belki de kırmızının yakışması ondandır...
Filmin kitabını okumuştum ilk çıktığı yıl 2014'de...Film ile roman birbirinden çok farklı..Bu çoğu zaman rastladığımız bir durum olsa da Ferzan Özpetek bunu bilinçli yapmış. "Farklı yapmasaydım sıkılırdım" diyor bir röpörtajında..
Farklı evet ama...Bazı şeyleri de bu kadar farklı yapmak beni hayal kırıklığına uğrattı. Kitabında Gezi olaylarına epey yer vermişti. Ve hatta romanın kadın kahramanı Anna bir gece dışarı çıkar ve duvara
yazı yazan gençlerle karşılaşır. Duvarda şöyle yazıyordur. " En son ne zaman birşeyi ilk kez yaptın?"
" Sakin ol ve bir devrim başlat." Bunları görmesi ile Anna'nın o ana kadar fark etmediği tekdüze
yaşamını ani bir kararla arkasında bırakışı ve Gezi protestolarına dahil oluşu anlatılıyordu romanda. Filminde ise Gezi'den tek kelime bile bahis yok. Sadece bir sahnede Cunartesi anneleri geçiyor, belki de Deniz'in kaybolmasına atfen..
Yine kitabında Deniz ile Yusuf'un çocukluktan gençliğe ilk geçtikleri yaşlarda yaşadıkları eşcinsel ilişki o kadar üstü kapalı veriliyor ki filmde, kitabı okumayan çoğu kişinin anlamama ihtimali bile var..
Hani diyorum yönetmen, ilk yaptığı Türk filminde tutucu mu davranmak istedi tepkilerden korktuğu için...Ama sen bizi hiç mi tanıyamadın Ferzan? Biz Hamam olsun, Cahil Periler olsun; filmlerindeki renkli, duygulu , eşcinsel karakterlerini çok sevmedik mi, senin filmlerinin olmazsa olmazı bilmedik mi onları?
Dedim ya hayal kırıklığına uğradım bir yandan...Bir yandan da hayranlıkla seyrettim filmi..
Bir yönetmen nasıl olur da aşık olduğum şehre benim bir daha aşk duymamı sağlar? Yapmış iste..Renkleri ile ve sesleri ile yapmış..Bu sefer müzik az filmde...Yerini İstanbul'un sesleri almış.
Filmin romanı aslında Ferzan'ın otobiyografisi şeklinde... Gerçi romanda da filmde de bilinçli olarak havada kalan şeyler olsa da, özellikle hayal gücümüze bıraktığını düşünüyorum ve bu çoğu filmde olduğu gibi hoşuma gidiyor.
Nejat İşler, Halit Ergenç ve Mehmet Günsür hep sevdiğim ve beğendiğim gibiler...Oyunculukları tartışılmaz iyi..Ama Tuba Büyüküstün için aynı şeyi söyleyemeyeceğim...Donuk bir oyuncu..Sadece zarif ve çok güzel...Kısa saç da bir insana bu kadar mı yakışır? Bayıldım..
Yardımcı oyunculardan Deniz'in annesini oynayan Çiğdem Selışık Onat'ın performansını çok beğendim.
Serrra Yılmaz...Ferzan Özpetek'in istisnasız her filminin baş köşesindeki oyuncusu...Bu filminde de yapıyor yapacağını, beni kendine hayran bırakarak...
Ve Ferzan Özpetek...Aşkın yönetmeni, duyguların yönetmeni, insan hikayelerinin yönetmeni..Ben, sen ne yapsan seyrederim...
" İmkansız aşklar, yarım kalmış aşklar var...Var olabilecekken olmamış aşklar olduğunu öğrendim..Kışı andıran bir yürektense, bir yangın yeğdir..Duygular söz konusu olunca, gizemli yasalarca yönetildiğimizi, belki kader, belki serap; ama kesinlikle akıl ermez, açıklanamaz birşeylerin var olduğunu öğrendim..Bu bir gizemin içine girmek gibidir; sınırı atlamak, eşiği aşmak gerekir. Ve orada bu gizemle mümkün olduğunca uzun süre kalmayı denemektir.. " diye bahsediyor aşk hakkında öğrendiklerini romanında...
Ben de " Eşiği atlamak isteyenlerdenseniz... O zaman film tam size göre..." diyorum....
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder