12 Kasım 2018 Pazartesi

Napoli'nin Sırrı ( Napoli Velata) / 2018




Görme yetimizin olması, herşeyi görebiliriz mi demektir?
Baksak da, izlesek de yakından;  görmeyi istemediklerimizi görmez, hatta hiç hatırlamaz mıyız?
Ve gördüğümüz şeyler, her zaman ve her yönden anlaşılabilir mi beynimizin kıvrımlarında?
Olmuş mudur size de, yıllar öncesinden görüp de hiç hatırlamadığınız birşeyin, sizi derinden sarsan bir olay başınıza geldiğinizde, aniden saklandığı yerden çıkıp gözlerinizin önüne gelivermesi?

Adriana, 40'lı yaşlarında adli tabip doktoru..Günleri morgda, otopsi masalarında geçiyor. Sanatla içiçe olan bir ailesi var.
Bir gece, ailesi ve yakın arkadaşları ile birlikte bir gösteriye katılıyor. Antik dönemlerden bir doğum anını canlandırıyor çoğunluğunu eşcinsel erkeklerin oluşturduğu oyuncular. Tam doğumun başlayacağı an, tül perde çekiliyor oyuncular ile seyirciler arasına bundan sonrasını seyretmeyi kaldıramayacakları için.
O gece Adriana, genç, yakışıklı Andrea ile tanışıyor. Aralarında güçlü bir çekim oluşuyor ve geceyi Adriana'nın evinde geçiriyorlar. Sabah, akşamüstü Arkeoloji müzesinde buluşmak için sözleşerek ayrılıyorlar.
Müzeye giden Adriana, Andrea randevusuna gelmediği için hayal kırıklığı içinde evine dönüyor. Akşam, bir otopsi için morga çağrılan Adriana, gözleri daha canlı iken yuvalarından çıkarılmış, tanınmayacak haldeki bir erkek cesedine otopsi yapmaya başlıyor. Ancak, kasıktaki dövmeyi görünce cesedin Andrea olduğunu anlıyor.
Bir gece önce birlikte olduğu kişinin vahşice öldürülmesi, Adrianayı da cinayet soruşturmasının içine alıyor. Soruşturma devam ederken Adriana, Andrea'nın tıpatıp aynısı bir adam ile karşılaşıyor. Adam kendisini, yıllar önce evlatlık verildiği için ayrıldıkları, Andrea'nın ikizi Luca olarak tanıtıyor. Adriana, tehlikelerden korumak için Luca'yı evine alıyor.
Yazının bundan sonrası filmi izlemeyenler için keyif kaçırıcı olabilir.
Benim içinse gitgeller ile dolu oldu filmin bundan sonrası. Tıpkı Adriana'nın gitgelleri gibi.
Luca gerçekten var mıydı, yok muydu, Andrea'yı kim öldürmüştü, ya da Andrea gerçekten ölmüş müydü, bulunan o ceset başkasına mı aitti,aynı dövmeye sahip?
Herbir olasılık için tezler ve antitezler koyulabilir, gerçek nerde başlıyor, hayal nerde bitiyor tartışılabilir.
Luca gerçekten var olabilir, Adriananın fotografda, o iki oğlan çocuğu gördüğü gibi. Olmayabilir de, travma veya kayıp yaşayan insanların hayal dünyalarındaki hayal insanlar gibi.
Andrea hiç ölmemiş bile olabilir, kaçakçılık yapan bir insanın kendini kovalayanlardan kurtulabilmesi için kendini ölmüş gibi göstermiş olabileceği gibi..
Filmin asıl gerçeği Adriana. Çocukluğunda annesinin babasını öldürmesine ve arkasından annesinin intiharına şahit olmuş bir kadın Adriana. Bu travmayı ne kadar atlattığı bilinmez ama, ölüler dünyasında yaptığı meslek, hiç evlenmeyişi, ailesi tarafından kırılacak bebek gibi davranılması, ruhsal durumu hakkında epey ipuçları veriyor.
Ve bir gece birlikte olduğu ve oldukça etkilendiği adamı, otopsi masasında bulması zihnindeki tülleri aralayarak, çocukluğundaki travmalarla yüzleşmesini sağlıyor.
Filmin içinde Özpetek sürekli göz ile şeyler koyuyor önümüze. Napoli sokaklarındaki körler, maskenin orijinalini kopyaladığı için gözleri oyulan Andrea, Adriana'nın Luca'ya verdiği göz şeklindeki obje, göz şeklini alan spiral merdivenler.
 Ve tüller. Yazımın başında bahsettiğim oyuncular ile seyirciler arasına çekilen tül ve filmin sonunda gördüğümüz "Tüllü İsa" heykeli. Cristo Velato...Bilindiği üzere Napoli'de bir şapelde sergilenen bu heykel İsa'nın çarmıhtan indirilişini işliyor. Acıdan kıvrılan bir beden, yüzdeki ızdırap ve üstüne örtülmüş bir tül...
Gözlerimizin önündeki tülü...Görmek istemediğimiz için, gerçekliğin acısına dayanamayacağımız için gözlerimizin önüne çoğu zaman bilinçsiz serdiğimiz o tülü gösteriyordu Özpetek bana göre...
Ve benim de gerçeklik nedir, hayal hangisidir git gellerim filmin sonuna kadar devam ediyordu.. Tıpkı ruhu yaralı ve hatta hasta olan Adriana gibi...
Bir film boyunca o ruh haline seyirci ancak bu kadar iyi sokulabilirdi.. Film bittikten sonra bile devam eden o şüpheli, sancılı ruh hali..
Ferzan Özpetek.. Bir yerde şöyle demişti.. " Ben, en acı veren şeyleri bile hafif şekilde vermeyi seviyorum."
Bu filmde de böyleydi işte..O Napoli sokakları, o müzikler, o Akdeniz havası.. Yapmış yine o naifliğini.. Böyle ağır bir konuda bile zaman zaman kalkıp dans edesiniz geliyor.
Bu filmde o büyük yemek masaları, yemekler yok ama.. Filmin başrolünü alan Napoli var..
Ferzan Özpetek.. Seviyorum filmlerini















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder