27 Aralık 2018 Perşembe

ROMA / 2018



" Hadi...Sen şimdi su olduğunu düşün ve kendini su gibi hisset...
Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararlı...
Su gibi hayat kaynağı ve su gibi bitmez, tükenmez olduğunu hatırla..
Ama yine su gibi, bir küçük bardağın içine sığdır ki kendini, girebilmeyi öğren insanların damarlarına.
Hayat ver...Vazgeçilmez ol!" Mevlana

Yaşamın başlangıcı olan su ile başlıyor filmimiz...İki katlı bir evin, taş avlusunun uzun uzun yıkanışını seyrediyoruz. Üstü açık avludan, suya yansıyan gökyüzünü de görüyoruz ara ara, geçen uçakları bile...
Mexico City'nin Roma mahallesindedir bu iki katlı ev. Zaman 1970'ler..
Doktor bir baba ile biokimyager bir annenin 4 çocukları, iki hizmetçileri ve anneanne ile yaşadıkları bir evdir burası.
Film, Cuaron'dan bir hatırlama ve hayatındaki kadınlara bir sevgi gönderme filmi.
Yaşadığı şehir, yaşadığı ev ve yaşadığı kadınları hatırlarken, çok da gözümüze sokmadan, o dönemin siyasi ve önemli olaylarını bize gösteriyor usul usul.
Bu usul usul gösteriş, o kadar şiirsel ve bir yandan o kadar doğal ki, adeta kendinizi o atmosferdeymiş gibi hissediyor ve o duyguları yaşıyorsunuz.
Çocukluk anılarımızı hatırlamak gibi...Yavaş yavaş gezinerek, o sırada duyduğumuz çevre sesleri, konuşulanlar, etraftaki objeler, detaylar beynimizin kıvrımlarından yavaş yavaş çıkar gibi...
Filmin iki ana karakteri var. İki kadın. Biri evin annesi, Sofia. Biri de evin hizmetçisi Cleo. Biri eğitimli bir kadın, biri ise eğitimsiz alt sınıftan gelen bir kadın olmasına rağmen, film ilerledikçe görüyoruz ki, kadının kaderi hiç değişmiyor. Sofia'nın dediği gibi " kadınlar hep yalnız".
Sofia, kocasının evi terketmesinden sonra, dört çocuğu ile birlikte kocasının boşluğunu doldurmaya çalışırken, Cleo ise ilişki yaşadığı adamın hamileliğini öğrenmesi ile onu terketmesinin zorluğunu yaşıyor.
Biz bu iki kadının yaşamını seyrederken, bir yanda da Meksika'daki öğrenci protestoları, olimpiyatlar, CIA eşliğinde kurulan komando eğitim kampları, şehrin fakir arka sokakları, sinemaları, burjuvazinin yaşamı arka plan öyküleri olarak görünüyor zaman zaman.
Öyle metaforlar vardı ki fimde hala düşündüren...
Yangın sahnesinde, bir kova su ile koca yangını söndürmeye çalışan orta sınıf insanlarının yanında, sanki film seyreder gibi ellerinde şarap kadehleri ile yangını seyreden zenginler...
Koca Amerikan arabasını, daracık yere parketmeye çalışan doktorun sıkışmışlık duygusu.. Annenin ise kocasının onu terkedişinden sonra öfkesini o arabadan çıkarışı, sonra arabayı satıp kendisine daha küçük bir araba alıp ferahlaması ve hatta koca Amerikan arabası ile yaptığı veda turu.
Doğum sahnesi..Yerli ırkın çaresizlikten , baskıdan, fakirlikten yok oluşu gibiydi sanki bebeğin ölümü.
Köpeğin büyük kakaları ve o kakaların sadece babanın ayağına bulaşması.
Evin büyük kapısından hiçbir zaman dışarıya çıkarılmayan köpek ve kafesteki kuşlar ama ara ara gösterilen göklerde süzülen uçaklar..
Ferminin ve onun gibilerin eğitildiği yerde, kimse tek ayak üzerinde duramazken, sdece tek ayak üstünde durabilen Cleo'nun gücü.
Babalarının evde kalan eşyalarını aldığında sadece kitaplıkları alması, ama asıl önemli olan kitapların evde yerlerde bırakılması.
Dediğim gibi üzerinde uzun uzun düşünülecek, ve hatta filmi yeniden seyretme isteği uyandıran metaforların gücü müthişti bu filmde.
Filmde kameranın sanki oyuncuyu takip ediyormuşcasına hareketi, dış mekan sesleri, kulağa çalınan müzikler, oyuncuların doğal oyunculukları zaman zaman bana o evde yaşıyorum hissiyatını verdi.
Doğum sahnesi ve Corpus Christ katliamının yaşandığı sırada mağaza camının arkasından olanları izlemek çok etkileyici idi..
Ve dalgalar...Dalgaların arasından Cleo'nun çocukları kurtarışı...Kurtarıldıktan sonra çocukların ve Cleonun birbirlerine sıkı sıkı sarılışı. Ve çocuğunun doğmasını hiç istememiş olan Cleo'nun bunu itiraf edişi ve rahatlayışı..
Cuaron öyle güzel bir selam çakıyor ki hayatındaki kadınlara, özellikle kendisini büyüten Libo'ya.. Etkilenmemek imkansız.
Cuaron bu filmi kendi ailesinin evinde çekmiş, kendi hatırlamasını, kendi hesaplaşmasını, kendi öze dönüşünü yapmış. Ben de seyrederken 70'li yıllarıma, kendi özüme döndüm zaman zaman.
" Dönmeyeceğimiz biz yer beğen, başka türlüsü güç
 Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
 Seni aldım, bana ayırdım, durma kendini hatırlat
 Durma göğe bakalım " Turgut Uyar




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder