18 Eylül 2019 Çarşamba

Kız Kardeşler / 2019





" Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
  Bu şehir arkandan gelecektir.
  Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın, aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
  Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
  Başka bir şey umma
  Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
  Öyle tükettin demektir yeryüzünde" Kavafis

"Size dedemin anlattığı üç nankör kızın masalını anlatayım mı?"
" Anlat baba"
 "Anlat demekle olmaz, size dedemin anlattığı üç nankör kızın masalını anlatayım mı?"
 "Yaaa baba"
 "Yaaa baba demekle olmaz, size dedemin anlattığı üç nankör kız masalını anlatayım mı"
Soru ve cevaplar devam etti bu silsilede ve bitti film..
Köy silikleşti, dağlar silikleşti, hüzünlü bir Azeri türkünün eşliğinde..
Bir masal izledim sanki, yaklaşık iki saat boyunca.
Hani masallarda mekan belli değildir, hep uzaklarda bir yerdedir ya anlatılan o yer. İşte öyle bir yer bu yer de.. Uzaklarda, sert kayalıklı bir dağın eteklerinde bir köy.
Orada yaşayan insanların şivesinden bile anlayamıyorsunuz burası neresi diye. Şive kah orta Anadolu şivesi oluyor, kah Ege şivesi.
Zaman da hiç belli değil. Şimdi de olabilir, yirmi yıl öncesi de, sonrası da..
Zaten ne önemi var ki zaman ve mekanın. Anlatılan insan hikayeleri olunca.
Baba, anneleri ölünce, üç kızını da yakınlardaki bir kasabadaki ailelere besleme olarak verir. Annelerinin de hayattayken arzusudur bu. Kızları daha iyi beslensin ve besleme verildiği ailelerin izin verdiği ölçüde okuyabilsinler diye.
Üç kızkardeş de çeşitli nedenlerle köye geri gönderilir.
Büyük kızkardeşin bebeği vardır artık ve köyün aklı kıt çobanı ile evlidir.
Lakin herbirinin köye niye gönderildiği açık seçik anlatılmasa da cümle aralarında, imalarda anlarız kaba taslak neyin ne olduğunu.
Bir de kasabanın doktoru vardır,  Necati. Köyden çıkmıştır vakti zamanında.
Aralarda görünen muhtar ve yine arada sırada köyün çayırlarında taklalar atan bir kadın dışında başka da bir köy sakinini görmeyiz.
Çünkü aslında bu masal, o köyde yaşamak istemeyen ama kasabada besleme olmak dışında bir yolları olmayan üç kızkardeşin masalıdır. Ve tabii babalarının da..
Şaşırtıcı olan kızlar alışageldiğimiz kızlar değil, baba alışageldiğimiz baba değildir.
Hele alışageldiğimiz baba kız ilişkisi hiç değildir.
Kimi isyankar, kimi cinsel dürtülerini ön planda tutan, kimi temizlik hastası olan kızlarına babanın gerçek bir yaptırım gücü yoktur. Otorite baba gibi görünse de, kızlarına sürekli siz " namkörsünüz" dese de, asıl otorite kızlardadır. Onlar yapmak istediklerini yapmakta, babalarına söylemek istediklerini söylemekte hatta zaman zaman babaları ile dalga bile geçmektedirler.
Öyle bile olsa kızların tek çıkış yeri o yoldur, kasaba ile köyü bağlayan o yol. Başka da bir yol bilmezler. Bu yol bir ileri gider kasabaya doğru, bir geri gelir köye doğru.
Tıpkı taklacı kadının taklaları gibi.
Baba ve hatta muhtar da etliye sütlüye karışmazlar, yeter ki o yol kızları kasabaya götürsün. İşin özüne inmezler, esas çözümü bulmaya uğraşmazlar. Ağızları bolca laf yapar ama bir sonuca ulaşmaz...
Köyün kurtarıcısı gibi köye ara ara uğrayan doktor Necati ise, sözde insancıldır, sözde yardımseverdir. Ama " o da bir insan nihayetinde " cümlesinin aslında iyi bir cümle olmadığını farkedemez, karşısındakinin de bunu duyunca iyi hissetmediğini...
Köyün belki de en doğrucusu, en çözüm üreteni Reyhan'ın kocası Veyseldir. Ama hep horlanan da odur.
Tüm bu insanları tanırken, yavaş yavaş tanırız onları, onların başlarına gelen olayları kimi zaman anlar, kimi zaman hisseder, kimi zaman da tahmin ederiz.
Çok acı şeyler de olur ama yönetmen bunu bize duyduğumuz bir çığlık ile, bir kelime ile veya kısa bir görüntü ile verir. Çok üzülmemize bile fırsat vermez, hemen bir sonraki sahneye geçiverir. Yaşam gibi, gerçekleri kabulleniş gibi, ya da masal gibi... Masallarda da çok üzülmeyiz ya, onun gibi belki de...
Film bittiğinde şunu hissettim. Hafiflediğimi...
Ne kadar acı olaylar da olsa, yönetmen Emin Alper bunu hissettirmeyi başarmıştı. Şapka çıkarıyorum bu anlatış tarzına.
Anlatış şekli kadar, yanan ocağın etrafındaki şahane dialogların, araya serpiştirilen mizahın, kullanılan metaforların, muhteşem pastoral görüntülerin ve gerçekten çok iyi seçilmiş müziklerin de etkisi var kuşkusuz.
Üç kızkardeşi oynayan oyuncular, özellikle Ece Yüksel olağanüstü. Veysel'i oynayan Kayhan Açıkgöz keza öyle. İlk kez seyrettiğim oyunculardı, ama hayran kaldım.
Öyleyse gökten üç elma düştü, biri bu yazımı okuyanların başına, biri benim başıma, biri de bu güzel filme tüm emeği geçenlerin başına...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder