Sinema sanatını çok seviyorum. Okumayı çok seviyorum.Yazmayı en çok seviyorum. Bir filmi izledikten, bir romanı okuduktan sonra düşüncelerim kelimelere dökülüyor. Ve ben o filmi , o romanı hep hatırlıyorum kendi kelimelerimle. Bir sanatı yorumlamak beni de o sanatın içine dahil ediyor ve bundan büyük keyif alıyorum. Bunu geç farkettim..Ama iyi ki farkettim....
8 Şubat 2018 Perşembe
The Killing of a Sacred Deer ( Kutsal Geyiğin Ölümü) / 2017
Bazı yönetmenlerin alameti farikaları vardır. Her filmlerinin içine yerleştirirler bu işaretleri..
Lanthimos da böyle bir yönetmen diyebiliyorum artık, üçüncü filmini seyettikten sonra.
Söylemeliyim ki bazıları bu adamın filmlerini hiç sevmiyor, hatta nefret ediyor, bazıları da bayılıyor.
Bir dünya çiziyor Lanthimos, sınırlarını kendisinin belirlediği, gerçekliğini kendisinin yarattığı. İnsanlarını da öyle yaratıyor, alışık olmadığımız insan tarzında. Duygularını belli etmeyen, yüzlerinde pek sevinç, üzüntü, korku, endişe mimikleri barındırmayan, düşüncelerini süzgeçsiz hemen dile getiriveren, içgüdüleri ön planda olan, sanki hayvanımsı insanlar.
Seyirci eğer neden, nasıl sorularını sorararak izlerse, Lanthimos'un dünyasına giremiyor ve bence filmlerini sevmiyor.
Ama bu dünyaya sorgusuz girerseniz eğer, asıl sorgular orada başlıyor.
Lanthimos " Dogtooth" filminde devleti sorguluyordu; " The Lobster" filminde ise toplumu..
Bu filmde ise sorgulanan aslında vicdan gibi gözükse de bana göre sorgulama yelpazesi genişlemiş. Günümüz insanına, değerlere , güce ve dine ait epeyi çalımlar var.
Yönetmen bu kez sorgulamalarını bir Yunan tragedyası üzerinden yapıyor.
Öykü şu ki...Truva savaşından hemen önce, Aulis'te filolar toplanırken, Yunan ordularının kumandanı Agamemnon Artemis'in kutsal geyiklerinden birini öldürür. Buna çok öfkelenen Artemis, Truva kıyılarına gidecek gemilerin rüzgarlarını keser, orduları Aulis'te mahsur bırakır ve askerlere hastalık gönderir. Artemis, bu durumdan kurtulmaları için, Agememnon'un kızı Ifigenia'yı kendi elleri ile kurban etmesini ister.
Lanthimos, filmde Artemis'in intikamı ile Mark'ın intikamı arasında paralellik kuruyor.
Mark'ın babası, Doktor Steven Murphy'nin hastası. Kalp ameliyatı sırasında doktor alkollü ve hasta ameliyatta kaybediliyor.
Doktor Steven çok başarılı bir kalp damar cerrahı. Karısı Anna ise göz doktoru. İki çocukları olan, şahane bir evde oturan, hayat şartları son derece iyi olan bir aile.
Bir gün hayatlarına Mark giriyor. Aslında Dr Steven uzun zamandır vicdanını rahatlatmak için Mark ile ilgileniyor, onunla buluşuyor, ona hediyeler alıyor. Ve bir gün ailesi ile tanıştırmak için onu evine davet ediyor. Ve Mark için intikam zamanı başlıyor.
Mark Steven'e iki çocuğunun ve eşinin hastalanacağını, önce yürüyemeyeceklerini, sonra yemek yemeyi keseceklerini, sonra ise gözlerinde kanlar geleceğini ve en sonunda dediğini yapmazlarsa öleceklerini anlatıyor, İstediği ise, Steven'in ailenin bir ferdini öldürerek, diğer ikisini kurtarması.
Önce erkek çocuk, sonra da kız çocuk hastalanıyor. Hastanede tüm imkanlar seferber ediliyor.. Ama ne hastalığa bir tanı konulabiliyor ne de bir çare bulunabiliyor.
Ve seçime giden yolun yapı taşları döşenmeye başlıyor.
Kardeşin kardeşe, hatta annenin çocuklarına karşı hayatta kalma dürtüsü ile yaptıkları, babanın bu seçimi yaparken gözönüne aldığı kriterler, güçlü olana peygamber misali tapınış, acımasızlık, katılık, bencillik... Yapı taşları bunlar işte..
Kabul etsek de etmesek de insanoğlunun içindeki ilkel içgüdüler..Aile, eğitim, statü yok oluyor, ilkel insan kalıveriyor öyle...Hayatta kalmak için... .
Sonunda elbette bir seçim yapılıyor. Giden gidiyor, kalan sağlar bizimdir misali yaşam devam ediyor...
Başında demiştim bu filmin yelpazesi oldukça geniş. Göndermeler, metaforlar öyle çok ki..
Neden Steven ellerini sürekli yıkıyor, neden kendi deri kayışlı saat severken, Martin çelik kayışlı saat tercih ediyor, neden Martin'in annesi kocasını öldüren o ellere hayran, neden Steven ile Anna sevişmelerinin adını genel anestezi koymuşlar, neden hastanede kamera yüksekten, tanrıların dağı Olimpostan seyredermiş gibi bir his uyandıracak çekimler yapıyor, neden Anna Martin'in ayaklarını öpüyor?
Öyle çok soru ve öyle çok cevap var ki film boyunca. Sorular bir olsa da, sanırım cevaplar her seyredene göre farklı olacaktır. Belki beni düşündürdüğü gibi sizi de günlerce düşündürecektir cevapları bulmak.
Ama bir soru var ki..Çok merak ettiğim..Kutsal geyik kimdi sizce?...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder