Sinema sanatını çok seviyorum. Okumayı çok seviyorum.Yazmayı en çok seviyorum. Bir filmi izledikten, bir romanı okuduktan sonra düşüncelerim kelimelere dökülüyor. Ve ben o filmi , o romanı hep hatırlıyorum kendi kelimelerimle. Bir sanatı yorumlamak beni de o sanatın içine dahil ediyor ve bundan büyük keyif alıyorum. Bunu geç farkettim..Ama iyi ki farkettim....
20 Nisan 2018 Cuma
Tsatsiki Dad and the Olive War ( Cacık Baba ve Zeytin Savaşı) / 2015
"Olea prima omnium arborum est.." Zeytin, bütün ağaçların ilkidir.
Atina şehri kurulduğunda, Atina'yı hangi tanrının koruyacağı tartışılır. Bunun üzerine Zeus, Tanrılar Meclisi'ni toplar. Alınan karara göre, yeni kente en değerli armağanını veren, tanrı veya tanrıça Atina'nın koruyucusu olacaktır.
Deniz tanrısı Poseidon, rüzgar gibi koşabilen ve çok güçlü bir at yaratır. Athena'nın hediyesi ise bir zeytin dalıdır. Bu ağaç büyüyüp, yüzyıllarca yaşayacak, ağacın hem meyvesinden, hem de meyvesinden çıkan yağdan yararlanılacak, sıcak havalarda gölgesi ile insanları kucaklayacaktır.
Yarışın galibi Athena olur, zeytin ağacı Akropolis'e dikilir. Barışın, bereketin sembolü olur her daim..
Cacık, annesi İsveçli, babası Yunanlı bir çocuktur. Annesi ile İsveç'te yaşamakta, tatillerini ise babasının yaşadığı Girit'in Agios Ammos köyünde geçirmektedir.
O yaz tatilinde yine köyüne gider, babasının yanına. Ancak daha önce bıraktığı gibi değildir köyü. Çünkü ekonomik kriz vardır Yunanistan'da. Babasının işlettiği otel bomboş, köydeki çoğu ev satılık, çoğu insan işsizdir. Babası ise sahibi olduğu oteli ve zeytinliği satışa çıkarmak üzeredir. Zeytin ağaçları, çocukluğu, ailesi, kökleridir Cacığın. Hele zeytinliği satacak emlakçıdan, zeytin ağaçlarının kesilip yerine büyük bir golf oteli yapılacağını öğrenen Cacık, arkadaşı Alva ve Per Hammar ile zeytin ağaçlarını ve köyünü kurtarmak için bir plan yapar.
Film biraz çocuk filmi hafifliğinde olsa da güzel dialoglar vardı.
"Sen zeytin ağaçlarına bakarsan, onlar da sana bakar" diyordu Yanni, oğlu Cacığa...Zeytinliklerinde yeni bir zeytin ağacı dikerken...
Cacık ise arkadaşına şöyle diyordu bir ara,sirtaki oynayanları seyrederken..
" Hayat Yunan dansı gibidir. Kimi zaman içeri doğru, kimi zaman dışarı doğru dans edersin. Kimi zaman çemberin içinde kalırsın, kimi zaman da dansını yalnız edersin. Bazen de sevdiğinin yanağına yanağını dayayıp dansını sürdürürsün ömür boyu."
Filmin naifliği, hoş dialogları yanında görüntülerin güzelliği de alıp götürüyor insanı; bir an önce tatile çıkma arzusu doğuruyor. Ne muhteşem koylar varmış meğer Girit'te..
Ve bize benzer, bizim gibi düşünen, bizim gibi yemek yiyen, hatta babannesinin, Cacığı onu öperek ve sıkıştırarak sevmesi üzerine "öpücük ve çimdik memleketi" diye tanımladığı sımsıcak memleketin, sımsıcak insanlarını görmek, iyi hissettiriyor.
Meğer bu film, yönetmen Ella Lemhagen'in aynı isimli kitaplardan kurgulanan üçüncü filmiymiş. Birinci film, Tsatsiki, Mum and Policeman , Berlin Film Festivalinde Kristal ayı ödülünü kazanmış.
Söylemeden geçemeyeceğim. Bu filmi seyrettiğimin ertesi günü Zorba balesini seyretmeye gittim.
Arka arkaya iki gece, Girit'te geçen bir öykü ve sirtaki danslarını seyretmiş oldum böylece.
Elbet Zorba ile bu filmi karşılaştırmak değil amacım, yersiz de olur zaten.
Sadece beni çok etkileyen Zorba balesinden bahsetmek yeri gelmişken..Yoksa içimde kalacak.
Zorba romanını ve filmini bilmeyen, etkilenmeyen yoktur sanırım.
Kelimelerin gücüne inandığımdan, anlatım açısından, bale benim için sinemadan sonra gelmiştir . Zorba balesine de çok çok istekli gitmedim bu yüzden. Zorba ile John'un o muhteşem dialogları olmayacaksa, nasıl bir etki yaratacaklardı ki bende?
Yanılmışım... Yanlış anlaşılmasın yanılmışlığım, dansın kelimelerin gücünü yenebileceği fikrine kapıldığımdan değil..Yanılmışlığım, kelimeler olmaksızın da beni etkilemesinden..Farklı şekilde..Farklı duygularla..Filmin ve romanın gönlümdeki yerinin hep baki kalacağını bilerek..
Sirtaki, bale figürlerinin içinde bu kadar mı güzel harmanlanır, o sirtaki seyetmeye doyumsuz bir hale gelir miymiş? Orkestranın her vuruşu ile her adım, her devinim bu kadar ahenkli olur muymuş? Hele koro.. Söylemeye başladıkları her an,kalbimi sızlatır mıymış? Bir balet, her figürü, her kol hareketi, her bacak vuruşu ile Zorba'nın ta kendisi olur muymuş?
Olurmuş.. Hepsi olurmuş...Ve balenin sonunda beş kez bis yaparlar, bütün salon ayakta alkışlarmış.
O zaman selam olsun buradan da Nikos Kazancakis'e, Mikis Theodorakis'e ve Anthony Quinn'e..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder