17 Şubat 2019 Pazar

Başkalarının Hayatı / The Lives of Others / Das Leben der Anderen 2006




Oyunlarınızda sevdiğimiz şeyler bunlar; insana olan sevginiz ve insanların değişebileceğine olan inancınız. Bunları, oyunlarınızda ne kadar çok kaleme alsanız da, insanlar değişmiyor."
" Bir duruşun yoksa, insan değilsin. Olur da harekete geçmek istersen beni ara. Yoksa görüşmesek de olur"

Baskın, baskıcı ve özgürlüklerin kısıtlandığı rejimlerde, ilk kıyıma uğrayan aydınlar ve sanatçılar olmuştur her zaman.
Kimi gücün yanında yer almayı seçmiştir, kişisel zaafları uğruna; kimisi de karşısında durmuştur her şartta bu gücün...Özgürce üretebilmek için.
Bi de değişenler vardır..
Orwell'in  " Bütün hayvanlar eşittir, ama bazıları daha eşittir" söyleminde sözünü ettiği "daha eşit" sınıfına evrilerek, gücünün olanaklarını bireysel çıkarları, bireysel zaafları için kullanmaktan çekinmeyen, giderek insani değerlerini yitirerek değişenler..
Bir de  içindeki iyi, karanlıklara gizlenmiş bile olsa, kimi zaman bir ölümün, kimi zaman bir çocuğun söylediği masumca bir sözün, kimi zaman da kalbe işleyen bir notanın o iyiyi çıkarıverdiği değişimler..
Yıl 1984.. Doğu Berlin
Düşünce özgürlüğü çok uzak..
Doğu Almanya halkı, Doğu Alman Gizli Servisi Stasi tarafından, sıkı denetim altında tutulmaktadır.
Stasi, 100 bin çalışanı ve 200 bin muhbiri ile  Proleterya Diktatörlüğünü korumaktadır.
Amaç ise: Herşeyi bilmektir.
Film Doğu Almanya ve Stasi ekseninde ilerlese de, aslında filmin arka planıdır bu durum.
Asıl insanın değişimidir bize gösterilen..
Yazar Dreyman ve istihbaratçı Yüzbaşı Wiesler'in değişimi.
Dreyman, rejime çok da sesini çıkarmayan, uyumlu davranan bir yazardır. Sevgilisi oyuncu Christa Maria ile birlikte yaşamaktadır.
Yüzbaşı Weisler ise, bekar, yalnız yaşayan, işine ve rejime sıkı sıkıya bağlı, akademide soruşturma teknikleri ile dersler veren bir istihbaratçıdır.
Bir tiyatro oyununda, oyuncu Christa'yı seyreden Kültür Bakanı, istihbarata Dreyman ile ilgili şüpheleri olduğunu, onu izlemeye almalarını emreder. Amacı Christa'yı elde edebilmek için, Dreyman'ın bir açığını yakalamak ve onu safdışı etmektir.
İzleme görevi Wiesler'e verilir. Wiesler, Dreymanın evinin çatısına bir düzenek kurarak gece gündüz yakın izlemeye alır yazarı.
Bir gün Dreyman, yakın arkadaşı olan ve kara listede olduğu için yıllardır çalıştırılmayan yönetmen arkadaşının intihar haberi ile sarsılır. Ve dönüşümü başlar sisteme karşı..
Wiesler'in dönüşümüne ise, bir sonat vesile olur. Sonatı, ölen arkadaşı Dreyman'a hediye etmiştir doğum gününde. İsmi ise " İyi bir insan için sonat' dır...
Ve der ki Dreyman piyanosu ile çalarken bunu " Bu müziği bir kereliğine bile bütün kalbi ile dinleyen biri artık kötü bir insan olamaz"
Ve notalar dökülürken piyanodan, Weisler'in gözlerinden yaşlar akmaktadır, izleme yaptığı çatı katında..
Filmin bundan sonrasını keyif kaçırıcı olduğundan anlatmak istemiyorum. Ama müthiş bir finali olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Film, Florian Henckel von Donnersmarc'ın ilk uzun metrajlı filmi. 2006 yılı yapımı bu filmi çok geç keşfettim. Keşfetmem, yeni filmi "Asla Gözlerini Kaçırma" sayesinde oldu..
İki film ile bir yönetmenin alamet-i farikası şudur demek biraz iddialı kaçsa da; yine de söylemeden edemeyeceğim.. İlk filmi ile değişim, ikinci filmi ile de yaratım sürecini anlatan yönetmen, insanı anlatırken tarihsel dokuyu arka plana alıyor.
Ve son filmindeki gibi, bu filmde de dramatize etmiyor, duygu sömürüsü yapmıyor, bağıra bağıra bir sistem eleştirisi yapmıyor. Bir belgesel gibi izlettiyor bize olanı, biteni. Renklerle veriyor o dönemin soğukluğunu ve hüznünü.
Ve finalleri ile bizi koltuğumuza mıhlıyor ve arkasından uzun süre etkisinden çıkamıyor ve düşünüp duruyorsunuz her ayrıntıyı.
Yine oyuncular çok güçlü. Özellikle Ulrich Mühe müthiş. Donuk yüzü hiç değişmedi ama o gözler öyle çok şey anlattı ki..
Meğer Mühe bu filmden kısa bir süre sonra mide kanseri nedeniyle ölmüş. Ve meğer o da Stasi döneminin izlenenlerindenmiş. Ve eşi onu ihbar ettiği için, onunla evliliğini bitirmiş. Kendisine yöneltilen " Bu filme nasıl hazırlandınız?" sorusuna ise " Sadece hatırladım" diyerek cevap vermiş.
Filmin müzikleri, Gabriel Yared tarafından bestelenmiş ve çok etkileyici.
Bazı filmleri seyredince, içimde tarif edilmez bir mutluluk oluşuyor.
Bu film de öyleydi.
Hele sonundaki replik...
" Hediye paketi ister misiniz?"
"Hayır, bu benim için"
Filmi izleyin.. Ne dediğimi anlayacaksınız.
Ve hatta filmi izledikten sonra Gabriel Yared'in bu film için bestelediği "Sonata For a Good Man" i açın, takın kulaklığınızı ve hayal edin...
Buralarda bir yerlerde de insanların içlerindeki karanlık, cehalet, hırs, öfke dehlizlerine ulaşan notaların, gizlendikleri yerlerden onlardaki iyiyi çıkarmasını ve bizim de yıkılmasını duvarlarımızın, tıpkı Berlin'deki gibi...
 



14 Şubat 2019 Perşembe

Werk Ohne Autor / Never Look Away/ Asla Gözlerini Kaçırma 2018




"Şimdi size rastgele altı rakam söylesem, hiçbirşey ifade etmez. Ama bunların lotoda kazanan numaralar olduğunu söylersem bambaşka bir anlam kazanır." Barnert Kurt
Gerçekte,  şiir, resim, müzik öylesine mi üretilmiştir sanatçı tarafından?
Neden yaratır bir sanatçı?
Kimi zaman yoksulluğu ve acıları içinde, kimi zaman öfkeyle soluyarak, iğne ile kuyu kazar gibi yaratmaya iten güç nedir onu?
Şair Paul Claudel, Jacques Rivier'e yazdığı bir mektubunda şöyle yanıtlamış, bu sorunun cevabını.. " Shakespeare'in ya da Dostoyevski'nin, Rubens'in ya da Tiziano'nun ve Wagner'in sanat için mi çalıştıklarını sanıyorsunuz? Hayır! Onlar ne pahasına olursa olsun, yüklerinden kurtulmak, canlı varlıklarının ağırlığını dışarıya atmak için çalışıyorlardı" .
Ne güzel bir anlatım.. Sanki düş görmek gibi.. Eser yaratarak, bilinçaltının baskısından kurtulmak...
Film, Kurt'un çocukluğundan başlayarak eserlerini yaratma sürecini anlatır bize..
Kurt'un çocukluğu Nazi Almanyasında geçer. Geniş bir aileye sahiptir. Ama teyzesi Elizabeth ile çok özel bir ilişkisi vardır. Teyze, psikolojik sorunları olan bir kadındır. Hitler'in aryan bir ırk yaratmak için kurduğu Kalıtsal Sağlık Kurumu tarafından zorla alıkoyulan Elizabeth'in sonu maalesef gaz odası olacaktır.
Teyzesinin zorla alıkoyuluşuna şahit olan Kurt, küçücük hali ile bunu kaldıramaz ve elini gerçeklik ile gözleri arasına koyarak, "asla gözlerini kaçırma" diye haykıran teyzesinin görüntüsünü bulanıklaştırmış olur. Ve bu, sanatının itici gücü olacaktır sonraki yıllarında..
Savaş biter, Almanya yıkım içindedir. Kurt ve ailesi Doğu tarafındadırlar ve artık sosyalist bir rejim altındadırlar. Kurt artık genç bir delikanlıdır, akademide okumaktadır.
Nazi döneminde, ari Alman kültürünün kirletildiği düşüncesi ile, modern resimden nefret edilmektedir. Hatta Hitler'in emriyle 1937'de " dejenere sanat sergisi" ismiyle bir sergi açılmış ve orada Picasso, Mondrian gibi sanatçıların resimleri sergilenmiştir .
Sosyalist rejimde ise, akademideki öğrencilere sürekli orak, çekiçli resimler yaptırılmakta, toplumsal gerçekçilik dışında hiçbir sanat akımı kabul edilmemektedir.
Kurt, bu sırada moda tasarım öğrencisi Ellie ile büyük bir aşk yaşamaktadır. Ellie'nin babası Profesör Seeband, Nazi döneminin SS subayıdır. Bir taraftan Seeband'ın kızıyla ilişkilerini engelleme çabaları, bir taraftan da özgürce yaratamamanın verdiği huzursuzluk, Kurt'un Ellie ile birlikte Batı Almanya'ya kaçmasına neden olur. 30'lu yaşlarında tekrar akademiye başlayan Kurt, birgün içindeki itici gücü keşfedecek ve artık, yaratmaya başlayacaktır eserlerini...
Filme esin kaynağı, Alman ressam Gerard Richter.. Çocukluğu Nazi Almanyasında geçen ressam bulanıklaştırılmış fotoğraf resimleri ile tanınıyor.
Film, 30 yıllık bir süreyi anlatırken ve yaklaşık üç saat sürerken, bir an bile filmden kopmuyorsunuz. Çünkü hem hikaye anlatımı ile hem de çok kuvvetli oyuncular ile o kadar müthiş bir iş çıkarmış ki yönetmen, Florian von Donnersmarck.. Bir yandan bir sanatçının yaratım sürecini dolu dolu izlerken, bir yandan da hangi yönden gelirse gelsin, ideolojik baskıların insanların ruhuna, yaşamlarına nasıl da onarılmaz zararlar verdiğini görüyorsunuz.
Ve Umberto Eco'nun " Faşizm yeniden Nazi üniforması ile gelmeyecektir" dediği gibi, sivil faşizmin de üniformalı faşizm kadar yıkıcı olabileceğini bir kez daha anlıyorsunuz.




4 Şubat 2019 Pazartesi

Kefernahum ( Capernaum) 2018





" Neden ailene  dava açtın ?"
"Beni dünyaya getirdikleri için"
"Peki ailenden ne istiyorsun?"
"Artık çocuk yapmamalarını"
Birini bıçakladığı için hapiste olan Zain, hapiste iken bir televizyon programına telefon ile bağlanarak ailesini dava etmek istediğini söyler.
Film, Zain'in  anne babasına açtığı davanın görüldüğü mahkeme ile açılır. Sonra geçmişine gideriz Zain'in, onu hapishaneye götüren sürece, onun yaşamına tanıklık etmeye.
Lübnan'da sefalet içinde yaşayan çok çocuklu bir ailenin, çocuklarından biridir Zain. Kimliği olmayan, yaşı bile tam bilinmeyen, sokaklarda kardeşleri ile birlikte para kazanmaya çalışan, okula gitmemiş, anne ve babasından kötü söz ve dayaktan başka birşey görmemiş 12 yaşlarında bir çocuk..Ama yeri geldiğinde,  anne babasının yapmadığı koruyuculuğu kızkardeşine yapmak için savaşan bir çocuktur Zain..
Ama ne de olsa çocuktur, engel olamaz 11 yaşındaki kızkardeşinin evlendirilmesine. Ve evden kaçar, sokaklarda yaşar, iş arar ve sonunda kaçak göçmen Etiopyalı bir annenin 1 yaşındaki çocuğuna bakmaya başlar, annesi işe gittiğinde. Anne, bir gün kaçak olduğu için tutuklandığında, o minicik bebecikle yapayalnız kalır ama yine de ne yalnız ne de aç bırakır bebeği..Ve bir karar vermesi gerekecektir Zain'in, onun için çok zor olsa da...
Film boyunca, Zain'in yaşamına ve yaşadıklarına tanıklık etmek çok zorlayıcı idi ve sürekli hissettiğim derin bir çaresizlikti. Çünkü Zain hayal mahsülü biri değil...Çünkü, hemen yanıbaşımızda olan , uzaklarda olan, gördüğümüz, duyduğumuz, izlediğimiz yüzlerce, hatta binlerce Zain'ler var...
Çünkü Ortadoğu bataklığı diye bir yer var..Pislik, kokuşmuşluk, alavere, dalavere, çocuk şiddeti, istismarları, çocuk yaştaki evlilikler ve geleceğini düşünmeden bir gecelik zevk uğruna doğurulan çocuklar var..
Ve bu çocuklar artık her yerde...Başka bir ülkeye mecburi göçün zorlayıcılığı da biniyor küçük omuzlarının üstüne, bugüne kadar yaşadıkları yetmezmiş gibi..
Yönetmen Nadine Labaki, olduğu gibi anlatmış olanları, gerçekci ve yalın bir şekilde. Sanki bir nevi belgesel gibi. Bunda oyuncuların amatörlerden seçilmesinin de etkisi var. Zain, sokaklardan seçilmiş Suriyeli bir mülteci...Oynadıkları, zaten gerçek hayatında yaşadıkları..Ama yine de hayran kaldım, yüzündeki o ifadeye, gözlerindeki bakışa.. Hele bebek Yonas ile sahneleri, muhteşemdi.
Filmi seyrettikten sonra daha önce hiç duymadığım Kefernahum'u araştırdım.
Meğer kelime aslen Fransızcadan geliyor ve kaos anlamı taşıyormuş. İncil'de adı geçen bir köymüş Kefernahum ve çok kaotik olduğu için lanetlenmiş.
Ve yine araştırırken edindiğim bir bilgi...
Zain, filmden sonra mülteci olarak ailesi ile birlikte Norveç'e yerleşmiş ve okula başlamış.
Sahar (Zain'in evlendirilen kızkardeşi) Beyrutta evsiz bir çocukmuş, artık evsiz değilmiş ve Unicef'in yardımları ile okula başlamış.
Yonas bebek, ailesi ile birlikte sürekli sınır dışı edilme korkusu yaşıyormuş. Filmden sonra güvenli bir şekilde ailesi ile birlikte Kenyaya dönüp ana okuluna başlamış.
Yapım ekibi, oyuncular ve ailelerine yardım etmek üzere Capernaum vakfını kurmuşlar.
Bu filmi, herkes seyretmeli. Özellikle " bu Suriyeliler" ile başlayan cümleler kuranlar seyretmeli. Özellikle yüzünü doğuya çeviren, bizi Araplaştırmak isteyenler seyretmeli.
Evet, belki... Çaresizce seyredeceğiz, , üzüleceğiz ve hiçbirşey yapamadan kendi hayatlarımıza devam edip gideceğiz ve o çocuklar o acıları yaşamaya devam edecek..
Ama yine de onların da bizim çocuklarımız olduğunu görebilirsek bir nebze de olsa.. Belki birşeyler küçük de olsa değişmeye başlar mı? Başlasın lütfen...