Sinema sanatını çok seviyorum. Okumayı çok seviyorum.Yazmayı en çok seviyorum. Bir filmi izledikten, bir romanı okuduktan sonra düşüncelerim kelimelere dökülüyor. Ve ben o filmi , o romanı hep hatırlıyorum kendi kelimelerimle. Bir sanatı yorumlamak beni de o sanatın içine dahil ediyor ve bundan büyük keyif alıyorum. Bunu geç farkettim..Ama iyi ki farkettim....
14 Şubat 2019 Perşembe
Werk Ohne Autor / Never Look Away/ Asla Gözlerini Kaçırma 2018
"Şimdi size rastgele altı rakam söylesem, hiçbirşey ifade etmez. Ama bunların lotoda kazanan numaralar olduğunu söylersem bambaşka bir anlam kazanır." Barnert Kurt
Gerçekte, şiir, resim, müzik öylesine mi üretilmiştir sanatçı tarafından?
Neden yaratır bir sanatçı?
Kimi zaman yoksulluğu ve acıları içinde, kimi zaman öfkeyle soluyarak, iğne ile kuyu kazar gibi yaratmaya iten güç nedir onu?
Şair Paul Claudel, Jacques Rivier'e yazdığı bir mektubunda şöyle yanıtlamış, bu sorunun cevabını.. " Shakespeare'in ya da Dostoyevski'nin, Rubens'in ya da Tiziano'nun ve Wagner'in sanat için mi çalıştıklarını sanıyorsunuz? Hayır! Onlar ne pahasına olursa olsun, yüklerinden kurtulmak, canlı varlıklarının ağırlığını dışarıya atmak için çalışıyorlardı" .
Ne güzel bir anlatım.. Sanki düş görmek gibi.. Eser yaratarak, bilinçaltının baskısından kurtulmak...
Film, Kurt'un çocukluğundan başlayarak eserlerini yaratma sürecini anlatır bize..
Kurt'un çocukluğu Nazi Almanyasında geçer. Geniş bir aileye sahiptir. Ama teyzesi Elizabeth ile çok özel bir ilişkisi vardır. Teyze, psikolojik sorunları olan bir kadındır. Hitler'in aryan bir ırk yaratmak için kurduğu Kalıtsal Sağlık Kurumu tarafından zorla alıkoyulan Elizabeth'in sonu maalesef gaz odası olacaktır.
Teyzesinin zorla alıkoyuluşuna şahit olan Kurt, küçücük hali ile bunu kaldıramaz ve elini gerçeklik ile gözleri arasına koyarak, "asla gözlerini kaçırma" diye haykıran teyzesinin görüntüsünü bulanıklaştırmış olur. Ve bu, sanatının itici gücü olacaktır sonraki yıllarında..
Savaş biter, Almanya yıkım içindedir. Kurt ve ailesi Doğu tarafındadırlar ve artık sosyalist bir rejim altındadırlar. Kurt artık genç bir delikanlıdır, akademide okumaktadır.
Nazi döneminde, ari Alman kültürünün kirletildiği düşüncesi ile, modern resimden nefret edilmektedir. Hatta Hitler'in emriyle 1937'de " dejenere sanat sergisi" ismiyle bir sergi açılmış ve orada Picasso, Mondrian gibi sanatçıların resimleri sergilenmiştir .
Sosyalist rejimde ise, akademideki öğrencilere sürekli orak, çekiçli resimler yaptırılmakta, toplumsal gerçekçilik dışında hiçbir sanat akımı kabul edilmemektedir.
Kurt, bu sırada moda tasarım öğrencisi Ellie ile büyük bir aşk yaşamaktadır. Ellie'nin babası Profesör Seeband, Nazi döneminin SS subayıdır. Bir taraftan Seeband'ın kızıyla ilişkilerini engelleme çabaları, bir taraftan da özgürce yaratamamanın verdiği huzursuzluk, Kurt'un Ellie ile birlikte Batı Almanya'ya kaçmasına neden olur. 30'lu yaşlarında tekrar akademiye başlayan Kurt, birgün içindeki itici gücü keşfedecek ve artık, yaratmaya başlayacaktır eserlerini...
Filme esin kaynağı, Alman ressam Gerard Richter.. Çocukluğu Nazi Almanyasında geçen ressam bulanıklaştırılmış fotoğraf resimleri ile tanınıyor.
Film, 30 yıllık bir süreyi anlatırken ve yaklaşık üç saat sürerken, bir an bile filmden kopmuyorsunuz. Çünkü hem hikaye anlatımı ile hem de çok kuvvetli oyuncular ile o kadar müthiş bir iş çıkarmış ki yönetmen, Florian von Donnersmarck.. Bir yandan bir sanatçının yaratım sürecini dolu dolu izlerken, bir yandan da hangi yönden gelirse gelsin, ideolojik baskıların insanların ruhuna, yaşamlarına nasıl da onarılmaz zararlar verdiğini görüyorsunuz.
Ve Umberto Eco'nun " Faşizm yeniden Nazi üniforması ile gelmeyecektir" dediği gibi, sivil faşizmin de üniformalı faşizm kadar yıkıcı olabileceğini bir kez daha anlıyorsunuz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder