Her sahte sanat eserinde orijinal birşey saklıdır.
Herşey sahte olabilir, Aşk bile..
Filmin bu iki repliği filmin özeti sanki..
Sanat ve antika tutkunu 60 yaşlarında bir adam..Aynı zamanda müzayede yöneten. İşini kusursuz yapan..İnsanlara ve aslında hiçbirşeye dokunmamak için eldivenler giyen..Giydiği eldivenlere ait bile müthiş bir kolleksiyonu olan.. Hiçbir kadınla ilişki kurmamış..Kadınlarla kurduğu tek ilişki , yönettiği müzayedelerden hile ile topladığı ve kapalı kapılar ardında sakladığı kadın portrelerini seyretmek olan garip bir adam var filmin başrolünde..Geoffrey Rush'ın olağanüstü oynadığı bu adam Virgil, duvarlar arkasında yaşayan genç bir kadın ile tanışıyor birgün..Daha doğrusu önce sesi ile tanıştığı bu kadını, daha sonra duvarların arkasından çıkarıyor ve aşık oluyor.
Bundan sonra yazdıklarım spoiler içerdiğinden yazdıklarımı filmi izledikten sonra okumanızı öneririm.
Filmin sonu beklenmedik gibi görünse de.. Aslında ikinci yarıdan itibaren sonucu az çok tahmin ettim. Çoğu seyircinin de tahmin ettiğini sanıyorum. Çünkü yönetmen tüm ip uçlarını o kadar akıllıca veriyor ki..Birşeylerin yolunda gitmediğini anlıyorsunuz.. Sonucu tahmin ettim ama filmin finaline kadar kabul etmek istemedim doğrusu.
Aslında düşününce, işte dedim.Yönetmen bunu görmemizi istiyor. Aşkın kör edişini. Hepimiz anlıyoruz. Ama Virgil anlamıyor neler olacağını. Çünkü aşık insan görmüyor. Duymuyor. Görmek, duymak istemiyor. Ta ki başına balyoz vurulana kadar.
Virgil'in de başına o balyoz vurulduğunda tek tek çözüyor ip uçlarını. Ama yine de inanmak istemiyor bu aldatılışı ki. Ta Prag'a gidip buluyor Claire'nin en huzurlu hissettiği yer olan o cafe'yi.
Yönetmen birinci finali, Virgil'in tablolarını sakladığı o odaya girdiğinde boş duvarları gördüğünde yapmış.
Ama bence filmin ikinci finali var ki..Müthişti..Prag'daki o cafe'deki bitiş kafamda hızla akan sorulara neden oldu. Saatleri ve dişli çarkları gördüğümde, cafe'nin sahibinin Robert olup olamayacağını...Virgil'in garsonun sorusuna yalnızım yerine, birini bekliyorum demesini. O sırada aklıma gelen, Robert'in monte ettiği robotun sürekli '' her sahte sanat eserinde orijinal birşey saklıdır'' repliğini tekrar edip durmasını..Ve daha önce Claire'nin o muhteşem kolleksiyonun olduğu odada Virgil'in boynuna sarılıp '' Bize ne olursa olsun seni sevdiğimi bil'' demesini.
Ve bütün bu soruların cevabı hiç verilmedi. Cevapların seyirciye bırakılmıştı.
Ben kendi cevabımı buldum. Belki de beni rahatlattığı için bunu seçtim.
Cevabım ''Her sahte aşkın içinde bile duygular vardır.''
Ve hatta işi ileriye götürüp, Virgil'in Prag'daki o cafe'de Claire ile buluşacağını bile düşündüm..Neden olmasın?
Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. Sonu Virgil için hüsran bile olsa, bu aşk onu iyileştirdi. Eldiven giymeyi bıraktı, sosyal bir insana dönüştü.
Zaten hepimize iyi gelmez mi aşk?
Filmi çok beğendim. Bana sorular sorduran, beni sürekli ayakta tutan, düşündüren filmleri seviyorum ben. Bir de buna Geoffrey Rush'ın müthiş oyunculuğu, Ennio Morricone'nin şahane müzikleri, şahane tablolar, heykeller, mekanlar ve Tornatore'nin usta yönetmenliği eklenirse ne denilebilir ki böyle bir filme..
Seyretmelisiniz en kısa zamanda denir ancak..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder