Öyle bir film ki bu....Seyrederken zaman zaman kalbiniz de ağlıyor..Hem yaşanılanların hüznünden, hem masum, bembeyaz bir aşkın büyüklüğünden..Hem de Stamatis Spanoudakis'in içinize doğru akan müziklerinden..
Erkeklerin başrolde olduğu, kan ve vahşetin hüküm sürdüğü, savaşların gerisinde yaşanan hüzünlü kadın öykülerinden biri bu film. Bir nevi tarihsel kadın antolojisi.
Yıl 1922...Anadolu'da Türk/Yunan savaşı...Rusya'da ise iç savaş.
Erkeklerin çoğu savaşta...Köylerde yaşlı erkekler ve kadınlar var sadece. Gelinlik kızların evlenme şansları kalmamış. Yoksulluk had safhada. Mektup evliliği diye birşey icat etmiş bazı aklı evveller. Yunan kızları, Türk kızları ve Rus kızları için. Amerika'ya göç etmiş ve kendi memleketlisi ile evlenmek isteyen göçmen erkekler ile bu kızları evlendirmek üzerine kurulu..Kızlarını evlendirmek isteyen ailelerin de canına minnet. Hem sofradan bir tabak eksiliyor hem de kızları orada güvencede oluyor.
Ama ya o kızlar..16-22 yaşları arasındaki bu, daha çocuk gelinler, bir gemiye binip günlerce yolculuk yapıp, hiç tanımadıkları bir ülkeye gidip hiç tanımadıkları bir adamla evleniyorlar. Geride bıraktıkları ülkelerini ve ailelerini bir daha hiç görme şansı olmadan. Mutlu olup olamayacaklarını bilmeden, bilemeden..
Niki de bu gelinlerden biri. Aslında önce kardeşi gitmiş Chicago'ya. Ama yapamamış, geri dönmüş. Aile mahçup Chicago'daki damada. Niki'yi gönderiyorlar bu kez aynı adamla evlenmesi için. Ve aynı gelinliği giymesi için.
Niki ile beraber 700 gelin var transatlantik'de...700 masum genç kız. Ayrı öyküleri, ayrı hüzünleri, ayrı korkuları olan. Gemi İzmir'den kalkıyor.
Ve bir fotografçı da var gemide.. Savaş fotografçısı...Fotografları fazlaca sanatsal bulunduğu için yayınlanmayan... O da evine Amerika'ya geri dönüşte... Zamanla Niki ile yakınlaşıyor. Niki ile yakınlaşması onu bu 700 gelinin arasına sokuyor. Ve onları gelinlikleri ile fotograflıyor tek tek. İşte bu an, son zamanlarda gördüğüm en güzel sahneydi. Kötü bir 3.sınıf mevki'de 700 tane peri kızı.. Masum yüzlü, utangaç, bembeyaz gelinler. Fotografçı Norman'ın dediği gibi ''çölde kar taneleri '' gibiydiler.
Günler süren yolculuktan sonra gemi New York'a yanaşıyor. Limanda ellerinde çiçeklerle ve heyecanla gelinlerini bekleyen damatlar. Hem bir şölen hem inanılmaz bir hüzün yaşatan başka bir sahne daha..
Dedim ya..Sadece gözlerim değil, kalbim de ağladı seyrederken..
Acılarını ve aşklarını içine gömen ve bazan de ölümü tercih eden kadınlar, tüm ailenin yükünü taşıyan, ailenin şerefi ve ismini aşkının önüne koyan kadınlar, kırık umutlarını yeni kıtada yeniden canlandırmak isteyen kadınlar, şaka yapmanın bile erkeklere özgü olduğunu düşünen kadınlar, masum, utangaç, kırgın, kızgın kadınlar..Ama bir o kadar da güçlü kadınlar. Ve film ilerledikçe, daha doğrusu yolculuk ilerledikçe bu yolculuğun olgunlaştırdığı kadınlar. Hepsi kalbinizin başka yerini acıtıyor film boyu.
Eski İzmir, eski fotograflar, eski gelinlikler filme ayrı bir güzellik ve bir o kadar da hüzün veriyor.
Hele hele Spanoudakis'in müzikleri. Sanki her nota her bir acıyı ayrı ayrı anlatıyor.
Filmde Niki'yi oynayan Victoria Haralabidou muhteşem.
Yönetmen Pantelis Voulgaris'e ben şapka çıkarttım bu filmi için.
Kesinlikle tavsiye ediyorum..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder